DUTlab Notit Projesi Aylık Bilim Dergisi Şubat Sayısı Özel Deprem Dosyası
DUTlab Notit Projesi Aylık Bilim Dergisi Şubat Sayısı Özel Deprem Dosyası Read More »
Çevrenizdeki manzaralar durağan görünebilir ancak lazer kullanılarak yapılan araştırmalar en sabit arazinin bile sürünerek ilerlediğini gösteriyor.
Yakın zamana kadar bilim adamlarının çoğu yuva yapan hayvanlar, düşen ağaçlar, depremler ve yıldırım düşmesi gibi şeylerin dünyanın arazisinin büyük bir bölümünün deforme olmasına sebep olduğunu söylerdi. Ancak kum yığınlarına ultra hassas lazer ışınlarının ateşlenmesi ile yapılan yeni deneyler, bunun yerine sürünmenin herhangi bir ortamın doğal bir parçası olduğunu ve diğer tüm eylemlerin yokluğunda bile gerçekleşebileceğini öne sürüyor.
Pennsylvania Üniversitesi jeofizik doktora adayı Nakul Deshpande, “Her şey sürekli hareket ediyor” dedi. Nakul Deshpande “Bu sadece bir benzetme değil. Gerçek olan bu.” diye de ekledi.
Manzara bilimi üzerine çalışan Bay Deshpande, yakın zamanda sürünme konusunu (jeolojik süreç) dikkatle inceledi. Araştırmacılar, gevşek, yıpranmış toprağın sürekli olarak hareket ettiğini, çöktüğünü ve yılda santimetre oranında değiştiğini uzun zamandır biliyorlar. Ama sürünme hakkında iyi veri almak her zaman zor olmuştur. amaçlara gömülen işaretler on yıllar boyunca yer değiştirir ancak bu tür değişikliklerin kesin nedenlerini izole etmek neredeyse imkansızdır.
Laboratuarda, Bay Desphande ve meslektaşları, titreşim sönümleyici bir masaya büyük piramidal kum yığınları yerleştirdiler, tüm ışıkları kapattılar ve sıcaklık ile nemi sabit tuttular. Yığın üzerinde bir lazeri ışık ışınları sekip birbirlerine müdahale edecek ve bir detektörde benekli bir desen oluşturacak şekilde parlattılar.
Desende küçük değişiklikler arayarak, metrenin milyonda biri ölçeğinde kum tanelerinin hassas hareketlerini gözlemleyebildiler. Kum gibi malzemeler, repose adı verilen doğal bir durma açısına sahiptirler. Bir yığının kenarları belirli bir açıdan daha dik hale gelirse, taneleri minyatür heyelanlarda aşağı doğru süpürülür.
Bay Deshpande ve meslektaşları kum piramitlerini repose açısının altında olacak şekilde kurdular, yani teorik olarak orada öylece durmları gerekirdi. Yine de lazer benekleri, yığının dökülmesinden yaklaşık iki hafta sonra, kum tanelerinin hala çok hafif hareket ettiğini, yılda santimetreye eşdeğer bir hızda, aşağı yukarı tarlada sürünme ile gözlemlenenle tam olarak aynı olduğunu gösterdi.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Tepeler Fiziğin Akışıyla Yaşıyor Read More »
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki (MIT) mühendisler, sadece etraflarındaki sıvı ile etkileşime girerek bir akım üretebilen küçük karbon parçacıklarını kullanarak elektrik üretmenin yeni bir yöntemini keşfettiler. Bu devrim niteliğindeki yaklaşım, bir basın açıklamasına göre potansiyel olarak mikro veya nano ölçekli robotlara güç sağlamak için kullanılabilir.
Nature Communications dergisinde organik bir çözücü olarak tanımlanan sıvı, elektronları parçacıklardan emerek kimyasal süreçleri yürütmek için de kullanılabilecek bir akım sağlıyor. Araştırmacılar aslında bu elektrik akımının kimya endüstrisinde oldukça önemli olan alkol oksidasyonu olarak bilinen organik bir kimyasal reaksiyonu yürütmek için kullanılabileceğini gösterdiler.
Araştırmacılar, bir gün teşhis veya çevresel sensörler olarak kullanılabilecek küçük ölçekli robotlar geliştirmeye şimdiden başladılar.
2010 yılında, MIT’deki Carbon P. Dubbs Kimya Mühendisliği profesörü olan baş yazar Michael Strano, insan saçından daha ince fakat çelikten daha güçlü olan karbon atomlarından oluşan içi boş karbon nanotüplerin, termogüç dalgaları üretebileceğini keşfetti. Bu çalışma bu keşfe yol açtı ve şimdi Strano ve öğrencileri karbon nanotüplerin başka bir özelliğini keşfettiler.
Araştırmacılar, bir nanotüpün bir kısmının Teflon benzeri bir polimerle kaplanmasının, elektronların kaplanmış kısımdan kaplanmamış kısmına akmasına izin veren bir dengesizliğe neden olduğunu ve böylece bir elektrik akımı oluşturduğunu keşfettiler. Araştırmacılar, parçacıkların “elektronlara aç” bir çözücüye daldırılmasıyla bu elektronların çıkarılabileceğini keşfettiler.
Araştırmayı yürütmek ve elektrik üreten parçacıklar geliştirmek için ekip, karbon nanotüpleri toprakladılar. Daha sonra herhangi bir şekil veya boyuttaki mikroskobik parçacıkları kesmeden önce bir tarafta Teflon benzeri bir polimer ile kaplanmış bir kağıt benzeri malzeme haline getirdiler.
Toplamda 250 mikrona 250 mikron boyutlarında parçacıklar oluşturdular ve bu parçacıklar asetonitril gibi organik bir çözücüye daldırıldığında çözücü parçacıkların yüzeyine yapışıp elektronlarını almaya başladı.
Strano, “Çözücü elektronları alıp götürüyor ve sistem elektronları hareket ettirerek dengeyi sağlamaya çalışıyor” dedi. “İçinde karmaşık bir pil kimyası yok. Bu sadece bir parçacık ve onu çözücüye koyarsınız ve bir elektrik alanı oluşturmaya başlar.” diye de ekledi.
Bu şekilde parçacıklar mevcut formlarında parçacık başına yaklaşık 0,7 volt elektrik üretebilirler. Strano, başlangıç malzemesi olarak sadece karbondioksit kullanarak polimerler oluşturmak için bu tür enerji üretimini kullanmayı hedeflediğini söyledi.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Karbon Parçalarını Kullanarak Elektrik Üretmek Read More »
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndan gelen verileri analiz eden Oxford fizikçilerine göre, bir atom altı parçacığın madde ve antimadde arasında geçiş yaptığı bulundu. İki parçacık arasındaki akıl almaz derecede küçük bir ağırlık farkının, başladıktan kısa bir süre sonra evreni yok olmaktan kurtarabileceği ortaya çıktı.
Antimadde, normal maddenin bir tür “kötü ikizi”dir. Ancak şaşırtıcı bir şekilde benzerdir. Tek gerçek fark, antimaddenin zıt yüke sahip olmasıdır. Bu, eğer bir madde ve antimadde parçacığa temas ederse bir enerji patlamasıyla birbirlerini yok edecekleri anlamına gelir.
İşleri karmaşıklaştırmak için, fotonlar gibi bazı parçacıklar aslında kendi antiparçacıklarıdır. Hatta diğerlerinin süperpozisyonun kuantum garipliği sayesinde (en ünlüsü Schrödinger’in kedisinin düşünce deneyi aracılığıyla gösterilmiştir) her iki durumun aynı anda tuhaf bir karışımı olarak var oldukları görülmüştür. Bu, bu parçacıkların aslında madde ve antimadde olmak arasında salınım yaptığı anlamına gelir.
Ve şimdi bu özel kulübe yeni bir parçacık katıldı, tılsım mezonu. Bu atom altı parçacık normalde bir tılsım kuark ve bir yukarı antikuarktan oluşurken, onun antimadde eşdeğeri bir tılsım antikuark ve bir yukarı kuarktan oluşur. Normalde bu durumlar ayrı tutulur ancak yeni çalışma tılsım mezonlarının ikisi arasında kendiliğinden geçiş yapabildiğini gösteriyor.
Sırrı açığa çıkaran şey, iki durumun biraz farklı kütlelere sahip olmasıydı. Ve aşırı derecede “biraz” demek gerekiyor, fark sadece 1.10-39 gramdır. Bu inanılmaz derecede hassas ölçüm, Oxford Üniversitesi’ndeki fizikçiler tarafından Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın ikinci çalışması sırasında toplanan verilerden elde edildi.
Tılsım mezonları, proton-proton çarpışmalarında LHC’de üretilir ve normalde diğer parçacıklara bozunmadan önce sadece birkaç milimetre yol alırlar. Ekip, daha uzağa gitme eğiliminde olan tılsım mezonları ile daha erken çürüyenleri karşılaştırarak, kütle farklılıklarını, bir tılsım mezonunun bir anti-tılsım mezonuna dönüşüp dönüşmediğini belirleyen ana faktör olarak belirledi.
Bu küçük bulgunun evren için devasa etkileri olabilir. Parçacık fiziğinin Standart Modeline göre, Büyük Patlama eşit miktarlarda madde ve antimadde üretmiş olmalı ve zamanla hepsi çarpışıp yok olacak ve evreni boş bırakarak yok olacaktı. Açıkçası bu olmadı ve bir şekilde madde egemen oldu, ama bu dengesizliğe ne sebep oldu?
Yeni keşfin ortaya çıkardığı bir hipotez, tılsım mezonu gibi parçacıkların maddeden antimaddeye döndüklerinden daha sık antimaddeden maddeye geçeceğidir. Bunun doğru olup olmadığını ve doğruysa nedenini araştırmak, bilimin en büyük gizemlerinden birini açan önemli bir ipucu olabilir.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Madde Ve Antimadde Arasında Geçiş Yapan Parçacık Read More »
Bir cismin, etrafına, kendiliğinden enerji verme eğiliminin bir ölçüsüdür. Enerji veren madde daha yüksek sıcaklıktadır. Bir maddenin sıcaklığı, maddenin ortalama hıza sahip herhangi bir molekülünün kinetik enerjisiyle doğru orantılı olan büyüklüğüdür. Sıcaklık artıkça maddenin moleküllerinin ortalama kinetik enerjisi artar. Tam tersinde ise sıcaklık düştükçe moleküllerin ortalama kinetik enerjisi azalır. İki cisim birbirine temas ettirildiğinde sıcak olan soğumakta soğuk olan ısınmakta ve belirli bir süre temas halinde kaldıklarında her ikisi de aynı sıcaklığa gelmektedir. Buradan yola çıkarak; sıcaklık, bir maddenin ısıl durumunu belirten ve ısı geçişine neden olan etken olarak tanımlanabilir.
Sıcaklığın tanımını yaptığımız bilgilerden yola çıkarak bir maddenim minimum sıcaklığından bahsettiğimizde aslında moleküllerin kinetik enerjisinin teorik olarak sıfır alındığı “Mutlak Sıfır” noktasından söz ediyoruz. Mutlak sıfır moleküllerin durduğu (hareketlerinin çok küçük titreşimlere indirgendiği) noktadır. Mutlak sıfır hesabında ihmal edilen bu titreşimin sebebi sıfır noktası enerjisi denilen enerjidir ve bu enerji maddeden uzaklaştırılamaz. Bu nokta, bir maddenin moleküllerinin entropisinin minimum değerine ulaştığı teorik sıcaklıktır. Bu sıcaklık 0 Kelvin ve –273,15°Celsius olarak ölçülmüştür. Ayrıca bir madde mutlak sıfıra kadar soğutulduğunda maddenin 5. hali olarak nitelendirilen Bose-Einstein yoğunlaşmasından bahsedilir. Bir Bose-Einstein yoğunlaşması, mutlak sıfır değerine kadar soğutulan atom grubudur. Bu sıcaklığa ulaştıklarına atomlar birbirlerine göre neredeyse hiç hareket etmezler. İşte bu noktada atomlar bir araya toplanmaya ve aynı enerji durumuna girmeye başlarlar. Fiziksel açıdan özdeş olurlar ve tüm atom grubu tek bir atommuş gibi davranmaya başlar. Bose-Einstein yoğunlaşması hakkında daha fazla bilgi almak için “Maddenin Hali: Bose-Einstein Yoğunlaşması” yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Mevcut fizik teorileri, bir nesnenin sıcaklığı yaklaşık 1.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000 ° C olan ‘Planck sıcaklığına’ ulaştığında çöküyor. Bu sıcaklıkta, bir nesne o kadar çok enerjiyle radyasyon yayar ki her foton kendi küçük kara deliğini yaratır. Tüm Evren çok kısa bir süre bu sıcaklıktaydı, Büyük Patlamadan yaklaşık 10-43 saniye sonra. Genel olarak, Güneş’ten yüz trilyon, trilyon kat daha sıcak.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Bose-Eınsteın Yoğunlaşması | notit
En Yüksek Sıcaklık (Çeviri) | Science FocusBaşlık Görseli | Background vector created by macrovector_official – www.freepik.com
Maksimum ve Minimum Sıcaklık Read More »
Beyblade ilk olarak karşımıza 1999 yılında basılan manga (japon çizgi romanı) ve daha sonra yapılmış devam serileri ve animeleri ile çıkıyor. İlk günden itibaren farklı birçok manga, anime, ova vb. yapımlarla günümüze kadar geliyor. Bu yazımda “Beyblade: Metal Masters” serisindeki vampir beyblade olarak adlandırdığım, Meteo L-Drago’nun animelerde, rakipleriyle çarpıştıkça yavaşlaması veya denge kaybetmesi yerine rakiplerinin gücünü çalarak hızlanan ve rakiplerini yenmesini gerçek dünyadaki oyuncağı üzerinden analiz edeceğiz. Başlamadan önce beyblade oyuncaklarını tanımlayalım. Beyblade(oyuncak) kendi etrafında dönme ve bu dönme hareketinden dolayı öteleme hareketi yapan, genelde silindirik arena içerisinde iki veya daha fazla beyblade’in aynı anda döndürüldüğü ve birbirlerine çarparak rakiplerinin durdurmaya çalışırken tek başına hala dönmekte olan beyblade’in kazandığı çarpışma adındaki yarışmalarda kullanılan özelleştirilmiş koni şeklinde olan, fizik harikası oyuncaklardır. Yazının birinci bölümünde bir beyblade’in anatomisini inceleyeceğiz. İkinci bölümde ise Meteo L-Dragonun farkını fizik yasaları süzgecinden geçirip gerçekten vampir olup olmadığını analiz edeceğiz.
Beybladeler Tepeden aşağıya doğru sırasıyla yüz vidası (face bolt), enerji halkası (energy ring), füzyon tekeri (fuison wheel), dönme kanadı (spin track) ve performans iğnesi (performance tip) bölümlerinden oluşur.
Yüz Vidası: Çok fazla fiziki etkisi olmasa da bir beyblade’i bir arada tutan parçadır. Dönme kanadına tepeden vidalanır. Üzerinde beyblade ruhunun görseli bulunur.
Enerji Halkası: Yüz vidasının hemen altında yer alan parçadır. Beyblade’in ruhuna göre farklı tasarımda olabilir.
Füzyon Tekeri: Enerji halkasının hemen altındadır. Beyblade’in en büyük dış çağını oluşturur. Beyblade’in çarpmayı karşılayacağı parçasıdır. Aynı zamanda en ağır parçasıdır. Hem çarpışma için sağlam olması hem de beyblade’in dengede durması ve düzgün dönmesi için ağırlık merkezine en büyük katkıyı yapar. Beyblade’in en ağır parçasıdır.
Dönme Kanadı: Yüz vidası ile birleşerek beyblade’i tek parça halinde tutar. Ayrıca Beyblade’in en ağır parçası olan füzyon tekerinin yerden yüksekliğini ayarlamak için kullanılır. Böylece denge merkezi istenildiği gibi değiştirilebilir ve beyblade’e farklı dönme özellikleri kazandırır..
Performans İğnesi: Beyblade’in dönmesi için olmazsa olmaz parçadır. Beybladeler performans iğnelerinin üzerinde dönerler. Farklı performans iğneleri beyblade’in diğer parçalarının oluşturduğu ağırlık merkezine ve beyblade’e kazandırılmak istenen dönme özelliğine göre tercih edilir.
Bu bölümler beybladelerin türünü oluşturur. Farklı parça kombinasyonları ile farklı dönme özellikleri kazandırılan beybladeler, tür olarak başlıca 4 farklı kategoriye ayrılır. Bunlar, saldırı (attack), defense (savunma), stamina (dayanıklılık), denge (balance)
Saldırı: Parça kombinasyonu olarak, oldukça hafif ve ince performans iğnesine sahip beyblade’lerdir. Kendi etraflarında yüksek hızda dönerken, arenanın içerisinde de dönme hareketi yaparlar. Vurdukları rakip beyblade’leri kolayca fırlatabilirler. Eğer fırlatamadıkları beyblade’ler olursa 2-3 darbeden sonra hafif ve ince performans ucu kullandıkları için kolaylıkla devrilebilirler.
Savunma: Parça kombinasyonu olarak ağır ve daha geniş performans iğnesine sahip beyblade’lerdir. Böylece darbe alsalar bile dengelerini kaybetmeden dönmeye devam edeblirler. Ağır füzyon tekerine sahip oldukları için darbe alsalar bile arena içerisinde kalacak kadar yer değiştirirler.
Dayanıklılık: Ağrılıkları genellikle saldırı ve savunma beyblade’lerinin ortasındadır. Kendi etraflarında en uzun süre dönebilen ama fazla darbeye dayanamayan beybladelerdir.
Denge: Saldırı, savunma ve dayanaıklılık özelliklerini oluşturan parçaların karmasıyla oluşan beybladelerdir. Diğer kategorilerdeki özellikleri birleştirince ortaya çıkan kategori denebilir.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Beyblade Metal Masters | My Anime List
Başlık Görseli | Beyblade Metal Masters (Anime)
Vampir Beyblade | Bölüm 1: Beyblade Anatomisi Read More »
Yerçekimi, doğadaki bilinen tüm kuvvetlerin en zayıfıdır. Ancak yine de günlük yaşamlarımızda en güçlü haliyle mevcuttur. Attığımız her top, düşürdüğümüz her bozuk para ve tüm nesneler Dünya’nın yerçekimi tarafından çekilir. Newton’un evrensel kütle çekim yasası şöyle söyler; Her bir noktasal kütle diğer noktasal kütleyi, ikisini birleştiren bir çizgi doğrultusundaki bir kuvvet ile çeker. Bu kuvvet bu iki kütlenin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki mesafenin karesi ile ters orantılıdır. Kütle, ayrılmaz bir şekilde yerçekimiyle bağlantılıdır. Böylece kütlesi olan her bir nesne, ne kadar küçük olursa olsun, orantılı bir çekim kuvvetine sahiptir.
Şimdi iki madeni parayı küçük bir aralık ile yan yana yerleştirdiğimizi düşünelim. İki madeni paranın da kütleleri itibari ile bir çekim kuvvetine sahip olması gerektiğini biliyoruz. Fakat bu çekim kuvveti Dünya’nın yerçekimi kuvvetini aşamayacak kadar küçük. Yine de bu madeni paraların arasındaki çekim kuvvetini ölçmek mümkün mü? İşte burada bir sorun var. Dünya’nın muazzam kütle çekimi, yüzeyindeki diğer iki şey arasındaki etkiyi ortadan kaldırarak bilim adamlarının kuvveti küçük ölçeklerde incelemesini neredeyse imkansız hale getiriyor.
Viyana Üniversitesi ve Avusturya Bilimler Akademisi’nden Markus Aspelmeyer ve Tobias Westphal tarafından yönetilen bir kuantum fizikçi ekibi şimdi bu kuvvetleri laboratuvarda ilk kez gösterdi. Araştırmacılar, bunu yapmak için, 18. yüzyılın sonunda Henry Cavendish tarafından yapılan ünlü bir deneyden yararlandılar.
Deneydeki fikir oldukça basit. Fikir, düzeneğin Dünya’nın çekim kuvveti yönünde aşağıya doğru “salınımının” olmamasıdır. Ancak yatay olarak serbestçe dönebilir. Bu nedenle çubuğun uçlarındaki ağırlıkların yanına daha büyük bir ağırlık yerleştirilir böylece iki ağırlık birbirini çeker ve çubuğu çok az döndürür. Çubuğun hareket ettiği mesafeyi ve destek telinin bükülmesini ölçerek, iki ağırlık arasındaki yerçekimi kuvveti ölçülebilir.
Yeni çalışma için, Viyana Üniversitesi ve Avusturya Bilimler Akademisi’nden araştırmacılar bu deneyi küçülttü. Henry Cavendish deneyinde her biri 160 kg ağırlığındaki ahşap kirişler ve kurşun bilyeler kullanmıştı. Deneyin yeni versiyonunda araştırmacılar 4 cm uzunluğunda cam çubuk ve 2 mm genişliğinde sadece 90 miligram ağırlığında (yaklaşık bir uğur böceği ağırlığında) altın küreler kullandılar.
Deneyde yer alan araştırmacılardan biri olan Jeremias Pfaff, “Altın küreyi ileri geri hareket ettirerek zamanla değişen bir yerçekimi alanı yaratıyoruz” diyor. “Bu, burulma sarkacının o belirli uyarma frekansında salınmasına neden olur.
Hareket daha sonra bir lazerle ölçüldü ve laboratuvarda ölçülen en küçük yerçekimi kuvvetini işaretleyerek milimetrenin sadece birkaç milyonda biri olduğu bulundu. Buradaki zorluk, hareket üzerindeki diğer etkileri olabildiğince küçük tutmaktır.
“Einstein’a göre, kütle çekim kuvveti, diğer kütlelerin hareket ettiği uzay zamanı büken kütlelerin bir sonucudur.” diyor çalışmanın ilk yazarı Tobias Westfalen. “Öyleyse aslında burada ölçtüğümüz şey, bir uğur böceğinin uzay-zamanı nasıl büktüğü.”
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
MAdeni para görseli | Coin © Tobıas Westphal / Arkıtek Scıentıfıc
Sarkaç görseli | Labor © Tobias Westphal
Başlık Görseli | Pexels / Lisa Fotios
Bir Uğur Böceği Uzay Zamanı Nasıl Büker? Read More »
Asansörler, tuvaletler ve benzerlerinde karşıt aynaların oluşturduğu çoklu yansımalara bakmak her zaman eğlencelidir. Fakat sonsuza doğru uzanıyor gibi görünseler de, gerçekte gittikçe daha karanlık hale gelirler ve oraya varmadan çok önce görünmezliğe doğru kaybolurlar. Bunun nedeni aynaların, her seferinde kendilerine çarpan ışığın enerjisinin küçük bir kısmını emmesidir. Bu nedenle, en iyi aynaların bile birkaç yüzden fazla görünür yansıma üretmesi olası değildir.
Saydam ortamda ilerleyen ışık ışınları, bir engele veya bir yüzeye çarpıp saçılmasına yansıma denir. Işığın çarptığı yüzey pürüzsüz ise oluşan yansıma düzgün yansımadır. Eğer ışığın çarptığı yüzey pürüzlü bir yüzey ise oluşan yansıma dağınık yansımadır.
Işık, elektromanyetizma yasalarının bir tezahürüdür. Elektronlar gibi elektrik yükü kaynakları hızlandırıldığında, ortaya çıkan enerjinin kaynaktan dışarı doğru ışık hızında hareket eden elektromanyetik enerji dalgalarına dönüştürüldüğünü gösteren elektromanyetizma yasalarının bir tezahürüdür. Başka bir deyişle, ışığın sabit durması imkansızdır. Fizik yasaları her zaman hareket halinde olduğuna hükmeder.
Görünür spektrumun dalga boylarını içeren beyaz ışıkta, bir nesnenin rengi, yüzey atomlarının soğuramadığı ışık dalga boyları tarafından belirlenir. Mükemmel bir ayna, beyaz ışığı oluşturan tüm renkleri geri yansıttığı gibi, aynı zamanda beyazdır.
Bununla birlikte, gerçek aynalar mükemmel değildir. Ve yüzey atomları herhangi bir yansımaya çok hafif bir yeşil renk verir. Çünkü camdaki atomlar yeşil ışığı diğer renklerden daha güçlü bir şekilde geri yansıtır.
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Birbirine Bakan İki Ayna Sonsuz Yansıma Yaratır Mı? Read More »
Hayır. Astroloji Sahtekarlıktır!
Şimdi bakalım şu astroloji meselesine. Yazının tamamını okuyacak zamanı olmayanlar ama sorunun cevabını merak edenler için cevabı verdiğime göre şimdi bu cevabı biraz kurcalayalım. Astrolojinin söylediği her cümleyi tek tek analiz edebiliriz ama yazı kısa olması için özet geçeceğim.
Astroloji, kelime tanımı olarak eski yunanca “astro” ve “logos” kelimelerinden gelmektedir. Yıldız bilgisi olarak çevirebiliriz. Ama yıldız bilimi ile uğraşan benzer kelime olan astronomi ile karıştırılmaması gerekmektedir. Astroloji, Astronomi veya astrofizik gibi bilim alanlarının araştırıp, teoremler ortaya attığı, matematiksel denklemler ile kanıtladığı gibi yıldızlarla ilgilenmez. Kanıtlamak yerine ortaya çıktığı ilk zamanların teknolojik gereksinimlerini referans göstererek ortaya atılan iddiaların kanıtlayanmacağı için iddialarının kendisine “astrolog” diyen insanların uydurmadığını, yıldızlardan gelen bilgiler olduğunu savunmak ve böylece yalanlarını insanlara daha kolay empoze edebilmek için bu ismi kullanmışlardır.
Astroloji, başlarda masalların ortaya çıktığı ilk yerde yani Mezopotamya’da karşımıza çıkıyor. Buradan ticaret yolları sayesinde diğer coğrafyalara kadar yayılıyor. Çin, Eski Yunan ve Mısır medeniyetlerinde en popüler astroloji görüşleri karşımıza çıkıyor. Şu anda yaygın olarak kabul gören astroloji tanımları da Eski Yunan’da gelişen astrolojinin devamı olsa da diğer medeniyetler kendi astroloji kültürlerini hala devam ettirmekte.
Astrolojinin çıkış amacı bilimin gelişmediği toplumlarda insanların kolay yoldan diğer insanlara karşı üstünlük kurma çabasıdır. Bunun benzer bir örneği simyada da görüyoruz. Günümüzde bilim insanlarının yaptığı çalışmalar sayesinde enerji dönüşümleri, kütle çekim yasası gibi evrenin geçerli kanunlarını ve biz istesek de istemesek de gerçeği değiştiremeyeceğimizi, gözlem ve yorumlarımızla kullanabileceğimizi biliyoruz. Bu gerçekler ile astrolojinin iddialarını inceleyebiliriz.
Astroloji iddia ettiği üzerine Dünya dışındaki gezegenlerin dünya perspektifinden bakıldığındaki hareketleri ile insanların geleceklerini veya olayların gidişatını önceden bildiklerini iddia ediyorlar. Şimdiye kadar önceden bilinmiş herhangi bir olay kayıtlara geçmemiştir. Her yılın sonunda gireceğimiz yeni yıl için astrologlar; “Bu yıl çok kötü geçecek.”,”Çok iyi geçecek.” gibi yorumlarda bulunurlar. Bu yorumlar sistematik değildir. Bu yorumlar genel olduğu için her yöne çekilebilir. Siz de yazı tura gibi iki ihtimalli durumlar için iki ihtimalinde önceden olabileceğini söylerseniz kesinlikle birini bileceksiniz. Bu ihtimaller üzerine gerçekçi çalışma yapmak isterseniz astrolojiyle değil istatistik bilimiyle ilgilenebilirsiniz. Çünkü astroloji; gök cisimlerine bakarken perspektif, büyüklük, ışık hızı gibi gerçekçi hiçbir parametreyi hesaba katmaz.
Burçlar yine Dünya perspektifinden bakıldığında Güneş’in insanların daha öncesinde yollarını bulmak için uydurduğu takımyıldızlarının önüne geldiği tarihte doğan insanla eşleşen ve sonrasında bu hareketlerin insanların kişiliğini ve hayatını etkilediklerini iddia etmesidir.
Diğer astronomik cisimler doğum anınızda veya sonrasında hayatınızı etkilemezler. Kütle çekim yasasından bunu biliyoruz. İnsanlar yaptıklarının sorumluluklarını almamak için, yardımı yoktan bekledikleri için uydurdukları bir sistemdir. “Mars geriye gidiyor akrep burcu bu hafta sinirli olabilir!” gibi cümlelerin hepsi yanlıştır. Mars geriye gitmez Dünya’nın yörünge çapı Mars’tan daha dar olduğu için Dünya dönerken Marsı geçer ve bağıl yörünge hızlarından dolayı Dünya’dan bakıldığında Mars geriye gidiyormuş “gibi” görünür. Bu olay sizi sinirli yapmaz.
Bu örnekleri arttırabiliriz ama yazıyı daha uzun tutmamak için son örnek olarak astrolojinin daha en başından yanlış bir sistem üzerine kurulu olduğunu ve bu yüzden sonrasında söylediği her şeyin yalan olmasından bahsedeceğim.
Astrolojinin size iddia ettiği burcu kabul ediyorsanız ve eğer kendinizi o burç ile ilgili söylenenler gibi hissediyorsanız, artık hissetmenize gerek yok çünkü burç tarihleri yanlış! Basit bir matematikle 12 aylık Dünya yılını 12 takım yıldızına bölmüşler. Eğer bu gerçekse aynı hesabın diğer gezegenler için de çalışması gerekir ama her gezegenin Güneş etrafında dönüş süresi ve konumu Dünya’dan farklıdır. Güneş Sistemi’nde olmayan gezegenleri de unutmamak gerekir. Buna göre insanların sadece 12 farklı karakterde olması gerekir. Aynı şekilde İnsan dışındaki canlıların da 12 farklı karakteri olmalıdır. Tekrardan söylemiş olayım. Bu sistem daha takvim aşamasında yanlış olduğu için bu sistem üzerine söyledikleri her şey de yanlıştır! Bu sistem yanlış çünkü her takım yıldızı Dünyadan bakıldığında aynı alanı kaplamıyor bu yüzden Güneş her takım yıldızında aynı sürede kalmıyor, bu da tarihleri aktif bir şekilde değiştiriyor. Ayrıca arada astrolojinin görmezden geldiği “Ophiuchus” yani “Yılancı” takımyıldızı da var. Bütün bunlarla gerçek tarihlere baktığımızda açıkça bunu görebiliyoruz.
Yazıyı artık sonlandırmak ve toparlamak gerekirse astroloji daha en baştan kendi uydurduğu sistemle ve gerçekle çelişiyor ve onun üzerinde söylediği her şey genel yoruma açık söylemlerdir. Bu yüzden daha fazla örnekle yazıyı uzatmak istemedim. Dilerseniz siz de bilimsel gerçekler ile astrolojiyi karşılaştırabilir ve yanlış olduğunu kanıtlayabilirsiniz. Eğer bir kişi ortaya bir iddia atıyorsa o iddiayı kanıtlamakla sorumludur. Eğer iddiası söylediği yöntemler ile kanıtlanmıyorsa o iddia gerçek değildir. Astroloji için zaten tersini basit bir matematikle bile kanıtlayabilirsiniz. Yalan olan bir bilgi doğruymuş gibi kanıtsız bir şekilde insanlara empoze edilmeye çalışılıyorsa orada bir sahtekarlık vardır. Astroloji işte bu yüzden sahtekarlıktır!
KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA
Astrofizik | Astrophysics in a Nutshell Second Edition By Dan Maoz · 2016
Halley kuyruklu yıldızı | Wikipedia
Astroloji Yaşamın Sırrı Mı ? Read More »