Notit

hastalık

ANOREXIA NERVOSA

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 07.02.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Anorexia, kişinin kendisini uzun zaman aralıklarıyla aç bırakması veya çok az miktarda yemesi, buna rağmen hala daha fazla kilo vermesi gerektiğine inanmasından kaynaklanan bir rahatsızlıktır.

Bu açlığın sonucunda kişi yaşı ve boyuna göre olması gereken kilonun önemli miktarda altında bir kiloya sahip olur. Aşırı kilo kaybı bazı kadınlarda menstrual döngünün durmasından kaynaklanan ‘amenorrhea’ durumuna yol açabilir. Bu hastalığa sahip bireyler kendilerine aşırı kilolu olarak gözlemlerler ve büyük bir kilo alma korkusu yaşarlar. Bu yüzden sürekli daha fazla zayıflamaya çalışırlar. Kilo verme çabalarına aç kalmanın yanında aşırı egzersiz de katkı sağlar.

Anorexia nervosa hastalığının iki tipi olduğu biliniyor. Bunlardan ilki olan kısıtlayıcı tip, hastanın kilo vermek amacıyla yemek yemeyi reddettiği ve aşırı egzersiz yaptığı tiptir. Kişi birkaç günü yemek yemeden geçirebilir, bazıları sadece hayatta kalmak için gereken miktarda yemek yer. İkinci tip olan binge/purge tipte ise kişi çok fazla yemek yeme periyotları veya kusma periyotları geçirir. Kusmayı kişi bazı ilaçlar ile veya kendi kendini kusturarak gerçekleştirir.

Hastalığın kişilere göre dağılımına bakıldığında kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görüldüğü gözlemlenmiştir. Yaş aralığına bakıldığında ise genellikle büyüme çağında veya genç yetişkinlikte başladığı görülmüştür. Bunun yanı sıra bu hastalığa sahip bireylerde intihara meyilli olma veya kendine zarar vermeye iten davranışlar gözlemlenmiştir. Hastalığa neden faktörler ise genetik, sosyal, bilişsel faktörler ve aile ortamı olarak açıklanabilir.

Anorexia nervosa çok tehlikeli ve ölümcül bir hastalıktır. Bu hastalığın sonucu olarak kalp rahatsızlıkları, kusmaya bağlı olarak diş problemleri, böbreklerin iflası veya özellikle kadınlarda kemiklerde güç kaybı oluşabilir. Buna ek olarak intihar oranları diğer insanlara göre daha fazladır.

Hastalığın tedavi yöntemlerine bakıldığında birçok yöntem karşımıza çıkar. Kişi psikoterapi alabilir; bu yöntemde hastalar bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmak istedikleri için terapiye karşı olabilirler, bu yüzden terapist hastanın güvenini kazanmaya çalışır ve tedaviye devam etmesini sağlar. Bu terapinin sağladığı yarar bütün hastalarda aynı şekilde gözlemlenmeyebilir.

Diğer tedavi yöntemi olan bilişsel davranış terapisinde ise kişinin zayıf olmaya verdiği önem hakkında konuşulur ve hastaya kazandığı kilolar için ödül verilen bir sistem oluşturulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür. urulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

Fombonne, E. (1995). Anorexia nervosa. The British Journal of Psychiatry, 166(4), 462-471.

başlık görseli | chrıstıan dorn from pıxabay

ANOREXIA NERVOSA Read More »

Borderline Kişilik Bozukluğu

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 31.01.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

Borderline kişilik bozukluğu duyguların kontrol edilemediği, diğer kişilerle ilişkilerde zorluklar yaşatan ve kişinin benlik kavramını etkileyen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Bu hastalığa sahip bireylerde benlik kavramı dengesizleşir; bir an benliklerini aşırı bir şekilde önemseyip karşısındaki insanların da bunu desteklemelerini beklerken diğer zamanlarda kendileri hakkında inanılmaz bir şüpheye düşüp benliklerinde uyumsuzluk yaratabilirler. Bunun yanında, bu kişilerin insan ilişkilerinde de bir uyuşmazlık görülür. Karşılarındaki insanı yüceltmekten onları yermeye ve hor görmeye kadar uzanan bir değişim gözlemlenir.

Borderline kişilik bozukluğuna sahip hastalarda aynı zamanda terk edilme korkusu da mevcuttur. Kişi yakın çevresini veya terapistinin bile onu bırakacağından endişe eder. Karşısındaki insanın davranışları bu yönde olmasa bile kişi bu hareketlerden terk edileceği çıkarımını yapar. Bu kişiler terapiste gitmelerinin sebebini de çoğu zaman içlerindeki boşluğu doldurmak için olarak açıklar. Terapistin bu boşluğu dolduracağını düşünürler.

Kişilerin duygu durumlarına bakıldığında da dengesizlikler görülebilir. Kişi sebepsiz bir şekilde öfke, depression ve anksiyete nöbetleri geçirebilir. Aynı zamanda kendilerine zarar verebilirler ve bu kişide vücuduna kesikler atmaktan intihar girişimine kadar gidebilir. Bu dengesizliklerle birlikte çoğu borderline kişilik bozukluğu hastaları aynı zamanda depresyon ve anksiyete bozukluğu teşhisi alabilirler.

Hastalığın sebeplerine bakıldığında genetik faktörlerin ve çocuklukta yaşanan problemlerin önemli etkileri olduğu görülebilir. Çevresel etkilere çocukluk döneminde maruz kalınan şiddet örnek verilebilir.

Hastalığın tedavisinde diyalektik davranış terapisi uygulanabilir. Bu tedavide hastanın kendisi hakkında pozitif bir görüşe sahip olması aynı zamanda karşılaştığı problemleri çözme yollarını anlatmak amaçlanır. Bunun yanına birçok bilişsel terapinin etkili olduğu görülmüştür.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Lieb, K., Zanarini, M. C., Schmahl, C., Linehan, M. M., & Bohus, M. (2004). Borderline personality disorder. The Lancet, 364(9432), 453-461.

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

BAŞLIK GÖRSELİ | from pıkısuperstar Desıgned by freepıc

Borderline Kişilik Bozukluğu Read More »

Stres Altında Olabilirsiniz

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 17.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Bu çok normal!

        En temel düzeyde, stres vücudumuzun bir durumdan veya yaşam olayından kaynaklanan baskılara verdiği tepki, düşünce yoğunluğudur. Strese katkıda bulunan şeyler kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir ve sosyal ve ekonomik koşullarımıza, içinde yaşadığımız çevreye ve genetik yapımıza göre farklılık gösterir.

Kendimizi stresli hissetmemize neden olabilecek şeylerin bazı ortak özellikleri arasında yeni veya beklenmedik bir şey deneyimlemek, kendinizi tehdit eden bir şey veya bir durum üzerinde çok az kontrolünüz olduğunu hissetmek yer alır.

        Her insanın hayatına stres faktörü etki eder. Stressiz bir hayat yaşamak neredeyse imkansızdır. Stresi her zaman olumsuz yönde etkileyen bir faktör olarak algılamak yanlıştır. Stres aynı zamanda beynin kendisini ve vücudu korumak için verdiği tepkidir. Başta söylediğimiz gibi bu çok normal!

        Strese girmemize sebep olan birçok etken vardır. Fiziksel olarak yorgun olduğunuz bir dönemde günlük rutininiz size zor gelebilir ve strese yol açar. Sosyal medyada çok fazla vakit geçirmek, içeriklerde insanların sürekli mutlu olduklarını görmek size huzursuz edebilir ve strese yol açar. Beklenmedik bir şekilde aniden karar verme zorunluluğu strese yol açtığı gibi sonrasında da stres durumu devam eder. Alışkanlıklarınızdan vazgeçmeye ya da değiştirmeye çalıştığınızda strese girersiniz. Olağanüstü durumlarda – deprem, sel gibi – ve travma niteliğindeki olaylarda strese girebilirsiniz. Stres altında vücudumuzda biyokimyasal değişimler olur. Bunun sonucu olarak nabız artışı, aşırı terleme, seste titreme en fazla dışarıdan fark edilebilecek belirtilerdir. Stres kişide; odaklanma zorluğu, tedirginlik, uyuşukluk, duyguların yoğunlaşması ve daralma, bulunduğu alanda küçülme isteği yaşamasına neden olur. Bu duygular kişinin  ruh sağlığını kötü etkilediği ve sonrasında psikolojik bir hastalığa dönüşmemesi için kişinin bu etkilerden kurutulması gerekir.

        Stresin etkilerinden kurtulmak için her insan farklı şekilde davranabilir, kendine has çözümler üretebilir. Yürüyüşe çıkmak, temiz hava almak veya soğuk suyla duş almak stresten kurtulmak için yapılan bazı eylemlerdir. Bu eylemler stresi ve etkilerini baskılayabilir fakat sürekli stres altında kalınmaması için problemi, sorunu çözmeye çalışmak, problem çözme becerilerinde kendini geliştirmek stresin etkilerinin hızlı geçmesine olanak sağlar. Bununla beraber detaylı planlama ve önceliklerini belirlemek stresin ortaya çıkma sıklığını azaltır. Doğru ve etkili iletişim stresi dengeli seviyede tutmakta oldukça yardımcı olur. Bahsettiğimiz çözüm yöntemleri birer tavsiye niteliğindedir. Eğer kendinizi yoğun stres altında hissetmeye devam ediyorsanız bu konuda profesyonel destek almanız gerekir.

        Bütün unsurlar ve kuramlar sonucunda stres korkulacak ya da kişinin hayatını sürekli kötü etkileyecek bir şey değildir. Yapılması gereken stresi yönetmektir.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Köroğlu E. (2009). Stres Yönetimi ve Gevşeme.E. Köroğlu. Kendinize Yatırım Yapın. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.

Uçar F. (2004). Streste Zihnin Rolü ve Strese Bağlı Zihinsel/Ruhsal Hastalıklar.

Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Onbaşıoğlu M. (2004). Stresle Baş Etmede Zihinsel Yöntemler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Gökçe F. S. (2004). Stres Yönetimi; Bedene Yönelik Teknikler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Black D. (1994) Tıp, İlaçlar ve Zihin. (Ed) M. H. Şahin Stresle Başa Çıkma.

BAŞLIK GÖRSELİ |  People vector created by pch.vector – www.freepik.com

 

Stres Altında Olabilirsiniz Read More »

Şizofreni Nedir?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 02.01.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortlama Okuma Süresi: 4 dakika

Şizofreni, psikotik rahatsızlıklar arasında en karmaşık ve ağır geçirilen hastalıklardan biridir. Temelinde psikozun yattığı bu hastalık, kişilerde kendini farklı semptomlarla gösterebilir. Bazı zamanlarda kişi gerçek ile halüsinasyonları birbirinden ayırabilir, insanlarla sağlıklı bir şekilde iletişim kurabilir, hayatını normal bir şekilde sürdürebilir. Diğer zamanlarda ise kişi konuşmakta güçlük çeker veya mantıklı cümleler kuramaz, insanlarla sağlıklı bir ilişki sürdüremez ve gerçeklikten kopar. Bu semptomlardan halk arasında en yaygın bilinenleri halüsinasyon ve delüzyondur.

Halüsinasyon gören hastalar, etraflarında birinin olduğunu veya bir ses duyduklarını söylerler. Fakat bu ses ve kişiler gerçek değildir. Delüzyonda ise hastalar gerçek olması olası olmayan düşüncelerinden bahsederler. Bu semptomlar, şizofreni hastalarının hayatı için tehlike oluşturma olasılığı yüksek olan semptomlardır. Halüsinasyon veya delüzyon deneyimlediklerinde, hastalar bu durumu durdurmak için ya da duydukları veya gördükleri kişinin isteklerini yerine getirmek için kendilerine veya başkalarına zarar verebilirler.

Şizofreni hastalığının bu kadar çok yaygın ve bilinir olmasının sebepleri birkaç faktör ile açıklanabilir. Biyolojik faktörlere bakıldığında bir çocukta şizofreni hastalığının görülmesi, anneni hamilelikte maruz kaldığı viral hastalıklara veya ‘perinatal hypoxia’ denilen, bebeğin doğum sırasında veya doğumdan sonra bir süre oksijensiz kalmasından kaynaklanabilir. Genetik faktörlere bakıldığında ise kişiye genetik olarak aktarılan bilişsel eksiklikler görülür. Bu eksiklikler günlük hayatı sürdürmede zorluklara ve iletişim zorluklarına yol açabilir. Bu faktörler şizofreni hastalığının kimlerde daha yaygın görüldüğünü açıklamada da etkili olur. İkiz kardeşlere bakıldığında kardeşlerden biri şizofreni  hastası ise diğer kardeşin de hastalığa yakalanma oranı, tek yumurta ikizlerinde %46, çift yumurta ikizlerinde ise % 14’ tür. İkiz olmayan kardeşlerde ise diğer kardeşte hastalık görülme oranı %10’ a düşer. Bunlara ek olarak erkeklerde şizofreni görülme olasılığı kadınlarda daha fazladır ve hastalık kadınlara göre erkeklerde daha genç yaşta kendini gösterir. Bu denli yaygın olan şizofreni hastalığında maalesef dünya genelinde şizofreni hastalarının %10 -%15 i intihar etmektedir.

Hastalık ve semptomları bazı insanlar için her ne kadar korkutucu görünse de şizofreninin birden çok tedavisi vardır. Bu tedaviler hastaya ilaç olarak veya terapi ile verilebilir. Aile terapisi alarak hastalık hakkında bilgi sahibi olmak ve hastaya buna göre davranmak tedavi sürecini olumlu bir şekilde etkiler. Ailesi ile birlikte olmayan hastalarda ise grup terapileri uygulanabilir. Hasta ağır durumda ise, hastanelerde hastanın durumuna uygun tedavi yöntemi seçilip hastanın sosyal hayatına ve sağlığına kavuşması sağlanabilir.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Şizofreni | Nolen-Hoeksema, S. (2013). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

başlık görseli | pıxabay.com

Şizofreni Nedir? Read More »

Diş Eti Hastalığı Kalp Hastalığını, Diyabeti ve Hatta Alzheimer Hastalığını Nasıl Etkileyebilir?

[New Atlas yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 02.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        Yeni yapılan araştırma, diş eti hastalığının daha geniş iltihaplı koşullarda nasıl bir rol oynayabileceğini açıklayan bir mekanizma sunmaktadır. Etkileyici yeni bir çalışma, diş eti hastalığının diyabet, kardiyovasküler hastalık ve hatta Alzheimer hastalığı ile nasıl ilişkili olduğunu açıklayan kayıp halkayı ortaya çıkardığını iddia ediyor. Araştırma, periodontitisin tüm vücuda hiperaktif enflamatuar hücreleri yayan sistemik bir bağışıklık tepkisini nasıl başlatabileceğini gösteriyor.

        Şiddetli periodontitis veya diş eti hastalığı uzun süredir gözlemsel olarak daha geniş sistemik hastalıklarla ilişkilendirilmiştir. Kötü ağız sağlığı ile hipertansiyon ve hatta Alzheimer hastalığı arasındaki bağlantılar sıklıkla tespit edilmiştir, ancak ilişkinin nedensel olup olmadığını belirlemek zor olmuştur.

        Şimdi, Toronto Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yürütülen sağlam bir çalışmada, ağız hastalığının bu diğer enflamatuar koşulları nasıl şiddetlendirdiğini gösteren potansiyel bir mekanizma bulundu. Araştırmacılar, nötrofiller olarak bilinen bir tür bağışıklık hücresinin aktivitesini keşfetmeye başladılar. Bu ön hat bağışıklık hücreleri, vücut enfeksiyon veya travma algıladığında üretilir. Diş eti hastalığı durumunda, nötrofiller vücudun doğal bağışıklık tepkisinin önemli bir parçasıdır.

        Başlangıçta bir fare periodontitis modelini kullanan araştırmacılar, akut bir oral enfeksiyonun sadece ağızda değil, hızla nötrofil üretiminin artmasına yol açtığını buldular. Hayvan modeli, kan dolaşımında ve kolonda ve ayrıca ağızda nötrofil aktivitesinin arttığını ortaya çıkardı. Hayvanların kemik iliğinde de yüksek nötrofil sayıları görüldü, bu da oral enfeksiyonun bu bağışıklık hücrelerinin daha geniş sistemik üretimini tetiklediğini düşündürüyor.

        Yeni çalışmanın kıdemli yazarı Michael Glogauer, bu yüksek nötrofil seviyelerinin daha sonra vücutta dolaştığını ve herhangi bir ikincil enfeksiyona saldırmaya hazır olduğunu söylüyor. Ve bu mekanizma, diğer enflamatuar durumları tetikliyor veya en azından şiddetlendiriyor olabilir.

        “Sanki bu beyaz kan hücreleri, birinci viteste olması gerekirken ikinci vitesteymiş gibi.” “[Nötrofiller] sitokinleri çok daha hızlı bir şekilde salgılayarak olumsuz sonuçlara yol açıyor.” diyor Glogauer.

        Çalışmanın ikinci kısmı, insanlarda bu tür gelişmiş nötrofil aktivitesini doğrulamaya baktı. Küçük bir gönüllü kohortu işe alındı ​​ve dişeti iltihabını veya diş etlerinde iltihaplanmayı uyarmak için üç hafta boyunca dişlerini fırçalamayı bırakmaları için yönlendirildi.

        Üç hafta sonra, araştırmacılar çeşitli testlerle sistemik nötrofil aktivitesinin arttığını doğruladılar. Bu anormal bağışıklık belirteçleri, deneklerin normal ağız hijyeni davranışlarına yeniden başlamasından iki hafta sonra kayboldu.

        Baş yazar Noah Fine, “Bunun ağız hijyeninin ilgisiz ikincil sağlık sorunlarına karşı savunmasızlığı etkileyebileceğine inanıyoruz” diyor. “Tüm vücutta nötrofil (bağışıklık) hazırlama, görünüşte farklı olan bu koşulları birbirine bağlayabilir.”

        İlginç bir şekilde, araştırmacılar bu keşfin, son zamanlarda yapılan bazı çalışmaların neden COVID-19 komplikasyonları ile kötü ağız sağlığı arasındaki bağlantıları gösterdiğini açıklamaya yardımcı olabileceğini öne sürüyorlar. Sitokin fırtınaları olarak adlandırılan hiperaktif bağışıklık sistemi aktivitesi, ölüme yol açan ciddi COVID-19 vakalarında rol oynadı. Glogauer, diş eti hastalığının nötrofil aktivitesini artıran bir kişinin şiddetli COVID-19 riskini artıran bir rol oynayabileceğini varsayıyor.

        Glogauer, “Periodontal hastalığı olan hastaların COVID-19 ile olumsuz sonuçlara sahip olma olasılığının çok daha yüksek olabileceğine dair kanıtlar var” diyor. “Nötrofiller, sitokin fırtınalarına neden olma riski en yüksek olan hücrelerdir. Tam olarak gösterdiğimiz hücre, periodontal hastalığı olan insanlarla hazırlandı.”

        Yeni çalışma The Journal of Dental Research’de yayınlandı.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

araştırma | Toronto Üniversitesi

çeviri | new atlas

BAŞLIK GÖRSELİ | NEW ATLAS

Diş Eti Hastalığı Kalp Hastalığını, Diyabeti ve Hatta Alzheimer Hastalığını Nasıl Etkileyebilir? Read More »

Scroll to Top