Notit

Psikoloji

Öğrenilmiş İyimserlik

[Verywell Mind yazısından çevirilmiş ve düzenlenmiştir.]
Tarih: 13.06.2021
Yazar: Bilgin Burak Öztoprak
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

Öğrenilmiş iyimserlik, dünyaya olumlu bir bakış açısıyla bakma yeteneğini geliştirmeyi içerir. Öğrenilmiş iyimserlik; kendi kendine olumsuz konuşmaya meydan okuyarak ve karamsar düşünceleri daha olumlu olanlarla değiştirerek, insanlara nasıl daha iyimser olunacağını öğretebilir.

Hayata daha iyimser bakmanın bazı avantajları şunlardır:

  • Daha iyi sağlık sonuçları
  • Daha iyi zihinsel sağlık 
  • Daha yüksek motivasyon
  • Daha uzun ömür
  • Daha düşük stres seviyesi.

İyimserlik Ve Kötümserlik

  • Kalıcılık: İyimserler kötü zamanları geçici olarak görme eğilimindedir. Bu nedenle, başarısızlık veya aksiliklerden sonra daha iyi toparlanabilme eğilimindedirler. Ancak kötümserlerin işler zorlaştığında pes etme olasılıkları daha yüksektir.
  • Kişiselleştirme: İşler ters gittiğinde, iyimserler suçu dış güçlere veya koşullara yükleme eğilimindedir. Kötümserler ise hayatlarındaki talihsiz olaylar için kendilerini suçlama olasılıkları daha yüksektir. Aynı zamanda, iyimserler iyi olayları kendi çabalarının bir sonucu olarak görme eğilimindeyken, kötümserler iyi sonuçları dış etkilere bağlar.
  • Yaygınlık: İyimserler bir alanda başarısızlıkla karşılaştıklarında, bunun diğer alanlardaki yetenekleriyle ilgili inançlarını etkilemesine izin vermezler. Ancak kötümserler, aksilikleri daha genel olarak görürler. Başka bir deyişle, bir şeyde başarısız olurlarsa, her şeyde başarısız olacaklarına inanırlar.

İyimserliği Öğrenmek

İyimserlik düzeyi kalıtsal özelliklere bağlı olmanın yanı sıra ebeveyn ilişkisi ve finansal durum gibi çocukluk deneyimlerinden de etkilenmektedir. Ancak daha iyimser bir insan olmanıza yardımcı becerileri öğrenmek de mümkündür.

Amerikalı psikolog Martin Selignman’ın geliştirdiği ABCDE modeli daha iyimser olmayı öğrenmek için kullanılabilir.

  • Sıkıntı (Adversity): Yanıt bekleyen durum 
  • Düşünce-İnanç (Belief): Olayı yorumlama şekli
  • Sonuç (Consequence): Duruma karşı davranışlar, hisler veya verilen tepki
  • Reddetme (Disputation): Bir inancı reddetme veya tartışmak için harcadığımız çaba
  • Harekete Geçme-Enerji verme (Energization): İnançlarımıza meydan okumaya çalışmaktan ortaya çıkan sonuç

SIKINTI

Yakın zamanda karşılaştığınız bir tür sıkıntıyı düşünün. Sağlığınızla, ailenizle, ilişkilerinizle, işinizle veya karşılaşabileceğiniz başka herhangi bir zorlukla ilgili olabilir.

Örneğin, yakın zamanda yeni bir egzersiz planına başladığınızı ancak buna devam etmekte sorun yaşadığınızı hayal edin.

DÜŞÜNCE

Bu sıkıntıyı düşündüğünüzde aklınızdan geçen düşünce türlerini not edin. Olabildiğince dürüst olun ve duygularınızı düzenlemeye çalışmayın.

Önceki örnekte, “Antrenman planımı takip etmekte iyi değilim”, “Hedeflerime asla ulaşamayacağım” veya “Belki hedeflerime ulaşacak kadar güçlü değilim” gibi şeyler düşünebilirsiniz. “

SONUÇ

2. adımda kaydettiğiniz düşüncelerden ne tür sonuçlar ve davranışlar ortaya çıktığını düşünün. Bu tür inançlar olumlu eylemlerle mi sonuçlandı, yoksa sizi hedeflerinize ulaşmaktan alıkoydu mu?

Örneğimizde, ifade ettiğiniz olumsuz düşüncelerden egzersiz planınıza bağlı kalmayı zorlaştırdığını hemen fark edebilirsiniz. Belki de spor salonuna gittiğinizde antrenmanları daha fazla atlamaya veya daha az çaba sarf etmeye başladınız.

REDDETME

Düşüncelerinize itiraz edin. 2. adımdaki düşüncelerinizi tekrar düşünün ve bu düşüncelerin yanlış olduğunu kanıtlayan örnekler arayın. Varsayımlarınıza meydan okuyan bir örnek arayın.

Örneğin, antrenmanınızı başarıyla tamamladığınız tüm zamanları düşünebilirsiniz. Veya bir hedef belirlediğiniz, bunun için çalıştığınız ve sonunda ulaştığınız diğer zamanlar da olabilir.

HAREKETE GEÇME

Şimdi düşüncelerinize meydan okuduğunuzda nasıl hissettiğinizi düşünün. Önceki düşüncelerinize itiraz etmek size nasıl hissettirdi?

Hedefinize ulaşmak için çok çalıştığınız zamanları düşündükten sonra, kendinizi daha enerjik ve motive hissedebilirsiniz. Artık, daha önce inandığınız kadar umutsuz olmadığını gördüğünüze göre, hedefleriniz üzerinde çalışmaya devam etmek için daha fazla ilham alabilirsiniz.

İyimserlikle ilgili belki de en cesaret verici şey, öğrenilebilen ve uygulamaya konulabilen beceriler içermesidir. Sonuç olarak, öğrenilmiş iyimserlik; sadece sağlığınızı iyileştirmekten veya depresyon ya da düşük benlik saygısı gibi psikolojik rahatsızlıklardan korunmaktan daha fazlasıdır. Yaşamdaki amacınızı bulmanın bir yolu olabilir, hayatınızı daha anlamlı kılabilir. 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | VeryWell MIND

BAŞLIK GÖRSELİ | PIXABAY

Öğrenilmiş İyimserlik Read More »

UYKU FELCİ: KARABASAN

[Big Think yazısından çevirilmiş ve düzenlenmiştir.]
Tarih: 31.05.2021
Yazar: Bilgin Burak Öztoprak
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Zifiri karanlığın ortasında uyandığınızı ve tamamen felç olduğunuzu fark ettiğinizi hayal edin. Birdenbire, yatağınızda agresif ve korkunç bir insan benzeri kedi olduğunu fark ediyorsunuz. Sonra, en kötü senaryo ortaya çıkıyor: Yaratık size acımasızca saldırıyor ve keskin dişlerinin etinize nüfuz ettiğini canlı bir şekilde hissediyorsunuz. Ertesi sabah vücudunuzda bir morlukla uyanırsınız.

Kulağa Stephen King korku romanından fırlamış gibi geliyor, ancak olaylar gerçek hayattaki bir uyku felci vakasını anlatıyor.

Uyku felci, bir kişinin uykudan uyandığı ancak geçici olarak felç olduğu, hareket edememesi veya konuşamaması durumudur. Aslında, fenomen nadir değildir. İnsanların yaklaşık yüzde 20’si hayatlarında en az bir kez uyku felci yaşar.

Uyku Felcinin Nörolojik Kökenleri

Uyku felci genellikle gün içinde kestirdiğimizde, çok uzun bir yolculuk sonrası meydana gelen jet lag ile veya herhangi bir şekilde uykusuz kaldığımızda ortaya çıkar. Hızlı göz hareketi uykusu (REM) adı verilen ve çoğu canlı rüyanın meydana geldiği uyku aşamasındayken uyandığımızda uyku felci meydana gelir. REM sırasında beynimizdeki planlama ve mantıklı düşünme yeteneğimizin merkezinde yer alan bir kısım kapanır. Bu olay, rüyalarımızın neden bu kadar gerçeklik dokusunun kontrol çıktığını da açıklar.

REM sırasında bu kadar yoğun “gerçek” rüyalar görmemizi ve potansiyel olarak kendimize zarar vermemizi önlemek için beynimiz bedenimizi geçici olarak felç eder. Ancak bazen aslında REM uykusundayken uyanırız. Bu durumda REM uykusu ile uyanıklık arasında kalırız. Uyanık halde olmamıza rağmen vücut felç halde kalmaya devam eder, konuşma ve hareket yeteneklerini kaybeder. Hatta bazı durumlarda bu felci durumun üzerin bir de canlı rüyalar görebiliriz. Kültürümüzde karabasan olarak adlandırılan durum da budur. Ayrıca Astral Seyahat olarak anlatılan durumlar da uyku felci ve REM uykusu sırasında meydana gelmektedir.

Uyku felci, inançlara ve psikolojik durumlara bağlı olarak artmaktadır. Kişi yatağa girdiği zaman ona saldırmasını beklediği bir yaratığı düşünür ise bu düşünceler beyindeki korku merkezlerini harekete geçirerek REM sırasında uyanmaları ve uyku felci ihtimalini arttırır. Bir kez uyku felci geçiren insan bunu kültürel inançları ışığında yorumlayarak, “Kötü bir ruh tarafından saldırıya uğruyorum” diye düşünerek onlardan daha da korkar. Daha fazla korku daha fazla uyku felcine sebep olur. 

Orada bitmiyor. Artık daha sık uyku felci yaşadıklarını ve bu dönemlerin daha uzun ve daha korkunç olduğunu fark ediyorlar. Doğaüstü bir yaratık tarafından hedef alındıklarına, hatta belki de ele geçirildiklerine ikna olurlar. Bu da onları daha da korkutur ve kısır döngü kendi kendine beslenmeye devam eder. 

Uyku felci korkusunun üzerinden gelebilmek için aslında bunun rüyanın bir parçası olduğunun farkında olmak gerekir. Yaratıklara olan korku azalırsa uyku felci sayıları da azalır. Rüyalarınızı kontrol edebilmek de bu durumun üstesinden gelmek için farklı bir çözüm yoludur. Meditasyon ve gevşeme tedavilerinin de uyku felcini +%50 oranda azalttığı bazı incelemelerde görülmüştür. 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | BİG THİNK

BAŞLIK GÖRSELİ | PIXABAY

 

 

UYKU FELCİ: KARABASAN Read More »

İmposter Sendromu

[Verywellmind yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 02.05.2021
Yazar: Bilgin Burak Öztoprak
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

İmposter Sendromu, diğer insanların sizi algıladıkları kadar yetkin ve becerikli olmadığınıza inanmanın içsel bir deneyimini ifade eder. Kısaca, imposter sendromu sahte gibi hissetme deneyimidir.

 

Bu sendroma sahip bir kişi, ulaştığı mesleki konuma ya da toplum içindeki statüsüne tesadüfen ulaştığını, adının önünde sahip olduğu etiketi aslında hak etmediğini; her an diğer insanların onun bu sahtekarlığının farkına varabileceklerini düşünür. 

Hastalığın yaygın belirtilerinden bazıları şunlardır:
  • Kendinden şüphe
  • Yetkinlik ve becerilerinizi gerçekçi bir şekilde değerlendirememe
  • Başarınızı dış faktörlere bağlamak
  • Beklentileri karşılayamayacağınıza dair korku

 

İmposter sendromu, bazı insanlarda başarıyı körükleyebilmektedir, ancak bunun kaygı gibi bir bedeli vardır. Kimsenin sizin sahtekarlığınızın farkına varmaması için gereğinden fazla hazırlık yapabilir, gereğinden fazla çalışabilirsiniz. Ancak bu durumda, daha fazla çalışmanın daha çok başarı getirebilmesi nedeniyle imposter sendromunun sizi daha fazla etkilemesi de mümkün. 

 

İlerleyen seviyelerde, hissettiğiniz bu duygular kaygılarınızı arttırarak depresyona yol açabilmektedir. İmposter sendromu yaşayan insanlar, sosyal anksiyete bozukluğundan muzdarip olanlara benzer şekilde diğer insanlar ile nasıl hissettikleri hakkında konuşmama ve sessizce mücadele etme eğilimine sahiptir.

 

İlk olarak 1978 yılında psikolog Suzanne Imes ve Pauline Rose Clance tarafından tanımlanan bu sendrom, ünlü sanatçılarda, üst düzey yöneticilerde ve çok iyi seviyede bulunan okullarda okuyan öğrencilerde sıklıkla görülüyor. İnsanların %70’inin bu sendromu hayatlarının en az bir bölümünde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Tarihteki en ünlü bilim insanlarından birisi olan Albert Einstein, hayatının son dönemlerinde söylediği “Yaptığım işe atfedilen abartılı itibar beni hasta ediyor. Kendimi üçkağıtçının teki olarak görmekten alıkoyamıyorum.” sözüyle İmposter Sendromu yaşadığına işaret etmiştir.

İmposter Sendromu ile başa çıkma:
  • Hislerinizi diğer insanlar ile paylaşabilirsiniz. Diğer insanlar, sizin sahip olduğunuz ancak farkında olmadığınız bazı özellikleriniz nedeniyle size hayranlık duyuyor, sizi takdir ediyor olabilir.
  • Başkalarına odaklanın. Sizinle aynı düzeyde bulunan insanların aslında sizden çok da farklı olmadığını görmek size bulunduğunuz konumu hak ettiğinize işaret edebilir.
  • Yetersiz hissettiğiniz konudaki yeteneklerinizi objektif bir şekilde değerlendirin. Başarılı ve iyi olduğunuz yönleri görmeye çalışın.
  • Mükemmeliyetçilikten vazgeçin. Bir şeyin mükemmel olması için harcayacağınız çabayı farklı işleri makul düzeyde iyi yapabilmek için harcamak hem daha verimli olacaktır hem de kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. 

Son olarak; unutmayın ki kendinizi bir sahtekâr olarak hissediyorsanız, şansa ya da diğer faktörlere atfedilebilecek bile olsa bir başarıya sahip olduğunuz anlamına gelmektedir. 

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | VERYWELLMIND

BAŞLIK GÖRSELİ | Fernando Dowhen, Pixabay

among us(game) | ınnersloth

İmposter Sendromu Read More »

ARKADAŞ CANLISI OLANIN HAYATTA KALMASI

[Science Focus yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 08.03.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Neden saldırganlık ve güç değil de nezaket insanların gelişmesine yardımcı oldu? Evrim Antropoloğu Prof. Brian Hare ve bilim yazarı Vanessa Woods, “en güçlü olanın hayatta kalması” fikrinin neden yanıltıcı bir fikir olduğunu açıklıyor.

İnsan doğası hakkındaki görüşlerimiz, toplum olarak yaptığımız neredeyse her şeyi şekillendiriyor. Kimi iyileştirip kimi göz ardı edeceğini, kimi koruyup kime zulmettiğimizi. İnsanın doğası ile ilgili hiçbir görüş “en güçlü olanın hayatta kalması” görüşünden daha fazla zarar vermedi. Başlarda öjeni hareketini doğurdu ve şimdi her türlü ırkçılığı ve ayrımcılığı destekliyor.

Ancak genel düşünce olarak en güçlü, en büyük ve en acımasız olanın üstünlüğünü ortaya koyan “en uygun olanın hayatta kalması” trajik bir yanlış anlaşılmadır. Darwin’e ve diğer biyologlara göre, ‘uygunluk’ yalnızca geride bıraktığınız çocuklarla ilgilidir. Asla bunun ötesine geçmek niyetinde değildir.

Araştırmacıların kullandığı uygunluk terimine göre, arkadaşlığın yaşamın en büyük başarılarının anahtarı olduğunu defalarca göstermiştir. Çiçekli bitkiler, hayvanları tozlaşmaya davet ederek hızla gezegenin her köşesine yayıldılar

Çırçır balıklar, diş parazitlerini yemelerine izin veren çok daha büyük yırtıcı balıkların dişlerinin arasına rahatça dalar. Ve köpekler, en cana yakın olanın hayatta kalmasının nihai örneğidir- evcilleştirme yoluyla daha dostça hale geldiler ve bizim dışımızda gezegendeki en başarılı memelilerdir.

En yakın primat kuzenlerimiz, bonobolar ve şempanzeler bile dostluğun nasıl kazandığını gösteriyor.

Şempanzelerde, alfa erkek tepeye tırmanır ve grup arkadaşlarını testislerini öptürerek tüm teslimiyetlerini işaret etmeye zorlar. Yaptıkları kavgalar ölümcül olabilir. Gücünü kadınları tekeline almak ve diğer erkeklerden daha fazla çocuğa sahip olmak için kullanır.

Bonobolar bunların hiçbirini yapmaz. Şimdiye kadar hiçbir bonobo grubunun bir alfa erkeğe sahip olduğu gözlemlenmedi. Bunun yerine, erkeklerden daha küçük olan dişiler, herhangi bir bonobonun grubu yönetmesini engellemek için bir koalisyon oluşturur.

Yolunu almak için güç kullanan bir erkek, üstesinden gelemeyeceği bir kadın ittifakı tarafından karşılanacak ve daha sonra onunla çiftleşmeyi reddedecek. Erkek saldırganlığı işe yaramaz ve sonuç olarak hiçbir bonobonun başka bir bonoboyu öldürdüğü görülmemiştir.

Biyolojik ‘uygunluğa’ bakarsak, üreme başarısı en yüksek olan kimdir: alfa şempanzeler mi yoksa daha dost canlısı erkek bonobolar mı? En başarılı bonobo erkeklerinin, en despotik şempanzelerden bile daha fazla yavru bıraktığı ortaya çıktı.

Sosyal izolasyon döneminde, arkadaşlıkların sürdürülmesinin zor olduğu ve yeni arkadaşlıklar kurmanın neredeyse imkânsız olduğu bir zamanda, insanlığını yitirme eğilimimizi kısa devre yapabiliriz.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | SCIENCE FOCUS

BAŞLIK GÖRSELİ | SCIENCE FOCUS

ARKADAŞ CANLISI OLANIN HAYATTA KALMASI Read More »

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 28.02.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

Travma sonrası stres bozukluğu, diğer adı ile PTSD aşırı miktarda strese maruz kalma ile ortaya çıkan bir psikolojik rahatsızlıktır. Bu aşırı stres durumu travmalar ile ortaya çıkar. Travma nedenleri kişiden kişiye farklılık gösterse de temel nedeni aşırı strestir. Bu durumların direkt olarak kişiye karşı gerçekleşme zorunluluğu yoktur, kişi stresli olaylara tanıklık etmiş de olabilir. Bu hastalığa sahip kişiler travmaları ile ilgili kabus görebilir veya olayın tekrar gerçekleşeceği hissine kapılabilir. Bu nedenle sürekli tetikte olma veya sürekli korku içinde olma durumu gözlenebilir. Özellikle toplumsal bir olay ile ilgili travma yaşayan insanlar dışarı çıkmamaya çalışabilir veya kalabalık ortamlardan uzak durabilirler.

PTSD tanısı koyulması için genel olarak 4 semptom aranır. İlk semptomda kişide kabuslar veya düşünceler ile olayın tekrar yaşanıp yaşanmadığı gözlenir. Bu kişinin istemsizce yaşadığı bir durumdur. İkinci semptomda kişinin travma ile ilişkili olan düşünceler, kişiler veya mekanlardan kaçınma durumunun olup olmadığına bakılır. Üçüncü semptomda kişinin düşünceleri olumsuz bir şekilde değişebilir; kişi olayı tüm detaylarıyla hatırlayamayıp olaydan kendini sorumlu tutabilir. “Survivor guilt” denilen olay da bu semptomda yer alır ve kişinin herhangi bir kötü olaydan kurtulduğu için kendini suçlu tutması anlamına gelir. Son olarak dördüncü semptomda ise kişinin sürekli tetikte olma durumu incelenir. Kişiye travmayı hatırlatan seslerin olduğu ortamda kişi panik moduna girebilir.

Hastalığa neden olan faktörlere bakıldığında sosyal, psikolojik, biyolojik, cinsiyet ve kültür farklılıkları görülebilir. PTSD  genel olarak incelendiğinde kadınlarda görülme olasılığının erkeklerden daha fazla olduğu görülmüştür. Bunun nedenine bakıldığına cinsel tacizin PTSD’nin en yaygın nedenlerinden biri olması ve çoğu kültürde kadınların sosyal hayattan uzak tutulup belirli kalıplarda yaşamlarının istenmesi görülebilir.

PTSD tedavisinde bilişsel davranış terapisinin oldukça etkili olduğu görülmüştür. Bu terapi çeşidinde kişi kendisinde anksiyete yaratan olayları, davranışları veya düşünceleri en çok anksiyete yaratandan en az anksiyete yaratana doğru sıralar. Terapist bu düzene bakarak kişiyi rahatlatıcı yollarla bu durumlara maruz bırakır. Kişi bu rahatlatıcı tekniklerle birlikte anksiyete yaratan durumların gerçekte tekrar yaşanmadığını görür.  Anksiyete tetikleyen durumlara maruz kalmayı kaldıramayan kişilerde terapistin kişiye stresle başa çıkmakla ilgili teknikler öğretmesinden oluşan stres aşılama tekniği uygulanabilir.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education

BAŞLIK GÖRSELİ | HIP

Travma Sonrası Stres Bozukluğu Read More »

ANOREXIA NERVOSA

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 07.02.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Anorexia, kişinin kendisini uzun zaman aralıklarıyla aç bırakması veya çok az miktarda yemesi, buna rağmen hala daha fazla kilo vermesi gerektiğine inanmasından kaynaklanan bir rahatsızlıktır.

Bu açlığın sonucunda kişi yaşı ve boyuna göre olması gereken kilonun önemli miktarda altında bir kiloya sahip olur. Aşırı kilo kaybı bazı kadınlarda menstrual döngünün durmasından kaynaklanan ‘amenorrhea’ durumuna yol açabilir. Bu hastalığa sahip bireyler kendilerine aşırı kilolu olarak gözlemlerler ve büyük bir kilo alma korkusu yaşarlar. Bu yüzden sürekli daha fazla zayıflamaya çalışırlar. Kilo verme çabalarına aç kalmanın yanında aşırı egzersiz de katkı sağlar.

Anorexia nervosa hastalığının iki tipi olduğu biliniyor. Bunlardan ilki olan kısıtlayıcı tip, hastanın kilo vermek amacıyla yemek yemeyi reddettiği ve aşırı egzersiz yaptığı tiptir. Kişi birkaç günü yemek yemeden geçirebilir, bazıları sadece hayatta kalmak için gereken miktarda yemek yer. İkinci tip olan binge/purge tipte ise kişi çok fazla yemek yeme periyotları veya kusma periyotları geçirir. Kusmayı kişi bazı ilaçlar ile veya kendi kendini kusturarak gerçekleştirir.

Hastalığın kişilere göre dağılımına bakıldığında kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görüldüğü gözlemlenmiştir. Yaş aralığına bakıldığında ise genellikle büyüme çağında veya genç yetişkinlikte başladığı görülmüştür. Bunun yanı sıra bu hastalığa sahip bireylerde intihara meyilli olma veya kendine zarar vermeye iten davranışlar gözlemlenmiştir. Hastalığa neden faktörler ise genetik, sosyal, bilişsel faktörler ve aile ortamı olarak açıklanabilir.

Anorexia nervosa çok tehlikeli ve ölümcül bir hastalıktır. Bu hastalığın sonucu olarak kalp rahatsızlıkları, kusmaya bağlı olarak diş problemleri, böbreklerin iflası veya özellikle kadınlarda kemiklerde güç kaybı oluşabilir. Buna ek olarak intihar oranları diğer insanlara göre daha fazladır.

Hastalığın tedavi yöntemlerine bakıldığında birçok yöntem karşımıza çıkar. Kişi psikoterapi alabilir; bu yöntemde hastalar bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmak istedikleri için terapiye karşı olabilirler, bu yüzden terapist hastanın güvenini kazanmaya çalışır ve tedaviye devam etmesini sağlar. Bu terapinin sağladığı yarar bütün hastalarda aynı şekilde gözlemlenmeyebilir.

Diğer tedavi yöntemi olan bilişsel davranış terapisinde ise kişinin zayıf olmaya verdiği önem hakkında konuşulur ve hastaya kazandığı kilolar için ödül verilen bir sistem oluşturulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür. urulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

Fombonne, E. (1995). Anorexia nervosa. The British Journal of Psychiatry, 166(4), 462-471.

başlık görseli | chrıstıan dorn from pıxabay

ANOREXIA NERVOSA Read More »

Borderline Kişilik Bozukluğu

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 31.01.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

Borderline kişilik bozukluğu duyguların kontrol edilemediği, diğer kişilerle ilişkilerde zorluklar yaşatan ve kişinin benlik kavramını etkileyen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Bu hastalığa sahip bireylerde benlik kavramı dengesizleşir; bir an benliklerini aşırı bir şekilde önemseyip karşısındaki insanların da bunu desteklemelerini beklerken diğer zamanlarda kendileri hakkında inanılmaz bir şüpheye düşüp benliklerinde uyumsuzluk yaratabilirler. Bunun yanında, bu kişilerin insan ilişkilerinde de bir uyuşmazlık görülür. Karşılarındaki insanı yüceltmekten onları yermeye ve hor görmeye kadar uzanan bir değişim gözlemlenir.

Borderline kişilik bozukluğuna sahip hastalarda aynı zamanda terk edilme korkusu da mevcuttur. Kişi yakın çevresini veya terapistinin bile onu bırakacağından endişe eder. Karşısındaki insanın davranışları bu yönde olmasa bile kişi bu hareketlerden terk edileceği çıkarımını yapar. Bu kişiler terapiste gitmelerinin sebebini de çoğu zaman içlerindeki boşluğu doldurmak için olarak açıklar. Terapistin bu boşluğu dolduracağını düşünürler.

Kişilerin duygu durumlarına bakıldığında da dengesizlikler görülebilir. Kişi sebepsiz bir şekilde öfke, depression ve anksiyete nöbetleri geçirebilir. Aynı zamanda kendilerine zarar verebilirler ve bu kişide vücuduna kesikler atmaktan intihar girişimine kadar gidebilir. Bu dengesizliklerle birlikte çoğu borderline kişilik bozukluğu hastaları aynı zamanda depresyon ve anksiyete bozukluğu teşhisi alabilirler.

Hastalığın sebeplerine bakıldığında genetik faktörlerin ve çocuklukta yaşanan problemlerin önemli etkileri olduğu görülebilir. Çevresel etkilere çocukluk döneminde maruz kalınan şiddet örnek verilebilir.

Hastalığın tedavisinde diyalektik davranış terapisi uygulanabilir. Bu tedavide hastanın kendisi hakkında pozitif bir görüşe sahip olması aynı zamanda karşılaştığı problemleri çözme yollarını anlatmak amaçlanır. Bunun yanına birçok bilişsel terapinin etkili olduğu görülmüştür.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Lieb, K., Zanarini, M. C., Schmahl, C., Linehan, M. M., & Bohus, M. (2004). Borderline personality disorder. The Lancet, 364(9432), 453-461.

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

BAŞLIK GÖRSELİ | from pıkısuperstar Desıgned by freepıc

Borderline Kişilik Bozukluğu Read More »

Stres Altında Olabilirsiniz

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 17.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Bu çok normal!

        En temel düzeyde, stres vücudumuzun bir durumdan veya yaşam olayından kaynaklanan baskılara verdiği tepki, düşünce yoğunluğudur. Strese katkıda bulunan şeyler kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir ve sosyal ve ekonomik koşullarımıza, içinde yaşadığımız çevreye ve genetik yapımıza göre farklılık gösterir.

Kendimizi stresli hissetmemize neden olabilecek şeylerin bazı ortak özellikleri arasında yeni veya beklenmedik bir şey deneyimlemek, kendinizi tehdit eden bir şey veya bir durum üzerinde çok az kontrolünüz olduğunu hissetmek yer alır.

        Her insanın hayatına stres faktörü etki eder. Stressiz bir hayat yaşamak neredeyse imkansızdır. Stresi her zaman olumsuz yönde etkileyen bir faktör olarak algılamak yanlıştır. Stres aynı zamanda beynin kendisini ve vücudu korumak için verdiği tepkidir. Başta söylediğimiz gibi bu çok normal!

        Strese girmemize sebep olan birçok etken vardır. Fiziksel olarak yorgun olduğunuz bir dönemde günlük rutininiz size zor gelebilir ve strese yol açar. Sosyal medyada çok fazla vakit geçirmek, içeriklerde insanların sürekli mutlu olduklarını görmek size huzursuz edebilir ve strese yol açar. Beklenmedik bir şekilde aniden karar verme zorunluluğu strese yol açtığı gibi sonrasında da stres durumu devam eder. Alışkanlıklarınızdan vazgeçmeye ya da değiştirmeye çalıştığınızda strese girersiniz. Olağanüstü durumlarda – deprem, sel gibi – ve travma niteliğindeki olaylarda strese girebilirsiniz. Stres altında vücudumuzda biyokimyasal değişimler olur. Bunun sonucu olarak nabız artışı, aşırı terleme, seste titreme en fazla dışarıdan fark edilebilecek belirtilerdir. Stres kişide; odaklanma zorluğu, tedirginlik, uyuşukluk, duyguların yoğunlaşması ve daralma, bulunduğu alanda küçülme isteği yaşamasına neden olur. Bu duygular kişinin  ruh sağlığını kötü etkilediği ve sonrasında psikolojik bir hastalığa dönüşmemesi için kişinin bu etkilerden kurutulması gerekir.

        Stresin etkilerinden kurtulmak için her insan farklı şekilde davranabilir, kendine has çözümler üretebilir. Yürüyüşe çıkmak, temiz hava almak veya soğuk suyla duş almak stresten kurtulmak için yapılan bazı eylemlerdir. Bu eylemler stresi ve etkilerini baskılayabilir fakat sürekli stres altında kalınmaması için problemi, sorunu çözmeye çalışmak, problem çözme becerilerinde kendini geliştirmek stresin etkilerinin hızlı geçmesine olanak sağlar. Bununla beraber detaylı planlama ve önceliklerini belirlemek stresin ortaya çıkma sıklığını azaltır. Doğru ve etkili iletişim stresi dengeli seviyede tutmakta oldukça yardımcı olur. Bahsettiğimiz çözüm yöntemleri birer tavsiye niteliğindedir. Eğer kendinizi yoğun stres altında hissetmeye devam ediyorsanız bu konuda profesyonel destek almanız gerekir.

        Bütün unsurlar ve kuramlar sonucunda stres korkulacak ya da kişinin hayatını sürekli kötü etkileyecek bir şey değildir. Yapılması gereken stresi yönetmektir.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Köroğlu E. (2009). Stres Yönetimi ve Gevşeme.E. Köroğlu. Kendinize Yatırım Yapın. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.

Uçar F. (2004). Streste Zihnin Rolü ve Strese Bağlı Zihinsel/Ruhsal Hastalıklar.

Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Onbaşıoğlu M. (2004). Stresle Baş Etmede Zihinsel Yöntemler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Gökçe F. S. (2004). Stres Yönetimi; Bedene Yönelik Teknikler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Black D. (1994) Tıp, İlaçlar ve Zihin. (Ed) M. H. Şahin Stresle Başa Çıkma.

BAŞLIK GÖRSELİ |  People vector created by pch.vector – www.freepik.com

 

Stres Altında Olabilirsiniz Read More »

Şizofreni Nedir?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 02.01.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortlama Okuma Süresi: 4 dakika

Şizofreni, psikotik rahatsızlıklar arasında en karmaşık ve ağır geçirilen hastalıklardan biridir. Temelinde psikozun yattığı bu hastalık, kişilerde kendini farklı semptomlarla gösterebilir. Bazı zamanlarda kişi gerçek ile halüsinasyonları birbirinden ayırabilir, insanlarla sağlıklı bir şekilde iletişim kurabilir, hayatını normal bir şekilde sürdürebilir. Diğer zamanlarda ise kişi konuşmakta güçlük çeker veya mantıklı cümleler kuramaz, insanlarla sağlıklı bir ilişki sürdüremez ve gerçeklikten kopar. Bu semptomlardan halk arasında en yaygın bilinenleri halüsinasyon ve delüzyondur.

Halüsinasyon gören hastalar, etraflarında birinin olduğunu veya bir ses duyduklarını söylerler. Fakat bu ses ve kişiler gerçek değildir. Delüzyonda ise hastalar gerçek olması olası olmayan düşüncelerinden bahsederler. Bu semptomlar, şizofreni hastalarının hayatı için tehlike oluşturma olasılığı yüksek olan semptomlardır. Halüsinasyon veya delüzyon deneyimlediklerinde, hastalar bu durumu durdurmak için ya da duydukları veya gördükleri kişinin isteklerini yerine getirmek için kendilerine veya başkalarına zarar verebilirler.

Şizofreni hastalığının bu kadar çok yaygın ve bilinir olmasının sebepleri birkaç faktör ile açıklanabilir. Biyolojik faktörlere bakıldığında bir çocukta şizofreni hastalığının görülmesi, anneni hamilelikte maruz kaldığı viral hastalıklara veya ‘perinatal hypoxia’ denilen, bebeğin doğum sırasında veya doğumdan sonra bir süre oksijensiz kalmasından kaynaklanabilir. Genetik faktörlere bakıldığında ise kişiye genetik olarak aktarılan bilişsel eksiklikler görülür. Bu eksiklikler günlük hayatı sürdürmede zorluklara ve iletişim zorluklarına yol açabilir. Bu faktörler şizofreni hastalığının kimlerde daha yaygın görüldüğünü açıklamada da etkili olur. İkiz kardeşlere bakıldığında kardeşlerden biri şizofreni  hastası ise diğer kardeşin de hastalığa yakalanma oranı, tek yumurta ikizlerinde %46, çift yumurta ikizlerinde ise % 14’ tür. İkiz olmayan kardeşlerde ise diğer kardeşte hastalık görülme oranı %10’ a düşer. Bunlara ek olarak erkeklerde şizofreni görülme olasılığı kadınlarda daha fazladır ve hastalık kadınlara göre erkeklerde daha genç yaşta kendini gösterir. Bu denli yaygın olan şizofreni hastalığında maalesef dünya genelinde şizofreni hastalarının %10 -%15 i intihar etmektedir.

Hastalık ve semptomları bazı insanlar için her ne kadar korkutucu görünse de şizofreninin birden çok tedavisi vardır. Bu tedaviler hastaya ilaç olarak veya terapi ile verilebilir. Aile terapisi alarak hastalık hakkında bilgi sahibi olmak ve hastaya buna göre davranmak tedavi sürecini olumlu bir şekilde etkiler. Ailesi ile birlikte olmayan hastalarda ise grup terapileri uygulanabilir. Hasta ağır durumda ise, hastanelerde hastanın durumuna uygun tedavi yöntemi seçilip hastanın sosyal hayatına ve sağlığına kavuşması sağlanabilir.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Şizofreni | Nolen-Hoeksema, S. (2013). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

başlık görseli | pıxabay.com

Şizofreni Nedir? Read More »

Scroll to Top