[Science Focus yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir.] Tarih: 06.07.2021 Yazar: Hatice Eflatun Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika
Araştırmacılar, NASA’nın uzaya göndermek istediği bir robot geliştirmek için hem bitkilerin köklerinden hem de yuva yapan bir kum ahtapotlarından ilham aldı.
Robotlar, okyanusun derinliklerinden dağ zirvelerine ve hatta uzaya kadar dünyayı keşfetmemize yardımcı oldu.Ancak araştırmacılar biyolojik emsallerinden daha iyi yüzebilen, koşabilen ve uçabilen robotlar üretirken, mühendisler bir hayvan kadar iyi yuva yapabilen bir robot yapmak için çabaladılar.
Kaliforniya Üniversitesi ve Georgia Teknoloji Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, yeraltı dünyasında gezinebilecek bir cihaz tasarlamak için doğadan ilham almaya karar verdiler.
Ekip, yerdeki dirençli kuvvetlerin üstesinden gelmek için mekanik bir matkap kullanmak yerine fizikle çalışan esnek, yumuşak bir robot geliştirdi.
Yumuşak robot, kumlu bir arazide çeşitli şekillerde hareket eder.Düz aşağı hareket etmek için robot, etrafındaki malzemeyi yolundan dışarı itmek için uzanan bir ucu ile bir bitkinin kök sistemi gibi davranır.Ekip, her iki taraftaki ‘tendonları’ kullanarak botun hareketlerini kontrol edebilir ve bunlarla yönlendirme, robotun dolambaçlı yollar boyunca keskin dönüşler yapmasını sağlar.
Robot, zeminde yatay olarak hareket etmek için oyuk açan kum ahtapotunu taklit eder: kumun direncini yenmek ve A’dan B’ye gitmek için ucundan asimetrik yönlerde hava üfler.Bu, bir sıvı içindeki parçacıklara çok benzer şekilde, katı kum parçacıklarını hareket halinde tuttuğu için havayla akışkanlaştırma olarak adlandırılır.
“Bir gaz veya sıvının aksine, bir tanecikli ortam aracılığıyla yatay olarak hareket eden simetrik bir nesne kalkar.Kumu yukarı ve dışarı itmek, onu sıkıştırmaktan daha kolaydır.” Diyor araştırmanın baş yazarı Dr. Nicholas Naclerio.“Sonuç olarak, yalnızca ileri hava akışıyla robotumuz yeniden ortaya çıkıyor. Bu kaldırma kuvveti, robota aşağı doğru bir hava akımı eklenerek karşılanır. Hem ileri hem de aşağı hava akışının asimetrik kombinasyonu, kontrol edilebilir yatay oyuk açmayı mümkün kılar.” diye de ekliyor.
Ekip tarafından bu yeni araştırma için geliştirilen robotun çapı sadece 6 cm olmasına ve 1 m’ye kadar uzayabilen bir ucu olmasına rağmen, araştırmacılar 2 mm kadar küçük ve 70 m kadar büyük botlar tasarladıklarını söylüyorlar.
Uç uzatma ve hava akışkanlaştırma teknolojisinin kombinasyonu kumlu bir ortamda test edildi, ancak ekip şimdi NASA ile Ay’ın yüzeyinde yuva yapabilen veya Jüpiter’in uydusu Enceladus gibi uzak cisimleri keşfetmeye gönderilebilen bir robot geliştirmek için çalışıyor.
Naclerio, “Yumuşak robotlar uzayda kanıtlanmamıştır, ancak küçük bir sıkıştırılmış gaz tankı, bir kimyasal gaz jeneratörü veya yerel ortamdan gaz toplayarak çalıştırılabileceğine inanıyoruz” dedi.
Hava ile akışkanlaştırma sadece kum gibi kuru granüler ortamlarda çalışır. Bununla birlikte, suyla akışkanlaştırma, nemli veya kir ve kil gibi yapışkan ortamlarda çalışır.
Uç uzantısı, diğer ortamları keşfetmek için matkaplar gibi diğer mekanizmalarla da kullanılabilir.
[Interesting Engineering yazısından çevirilmiş ve düzenlenmiştir.] Tarih: 08.06.2021 Yazar: Hatice Eflatun Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika
Rüzgar enerjisi, tüm dünyada ortaya çıkan rüzgar çiftlikleriyle giderek daha saygın bir enerji kaynağı haline geliyor.Ancak yeni bir araştırmaya göre rüzgar çiftliğinizden enerjiyi en iyi şekilde elde etmek istiyorsanız, çok fazla rüzgar türbinine sahip olmak istemeyebilirsiniz.
Helmholtz Center Hereon’dan Dr. Naveed Akhtar liderliğindeki bir ekip, bir basın açıklamasına göre, rüzgar türbinlerinin yakınlığı nedeniyle akış aşağı rüzgar çiftliğindeki rüzgar hızlarının önemli ölçüde yavaşladığını keşfetti.Nature Scientific Reports dergisinde yayınlanan araştırmaları, bu frenleme etkisinin, ortalama rüzgar hızlarında fark edilen büyük ölçekli düşük rüzgar modelleriyle sonuçlandığını ortaya koyuyor.Araştırmacılar, bu etkinin komşu rüzgar çiftliklerinin üretimini yüzde 20 ila 25 oranında azaltılabileceğini belirtiyor.
Akhtar ve ekibi, hava durumu hizmetleri tarafından da kullanılan COSMO-CLM bilgisayar modelini kullanarak, bir dizi farklı hava koşulunu kapsayan 2008-2017 dönemi için Kuzey Denizi üzerindeki rüzgar hızını hesapladılar.Araştırmacılar basın bültenlerine “Sonuçlar, genellikle Mart ve Nisan aylarında olduğu gibi istikrarlı hava koşullarında en büyük uzantıları gösteren büyük ölçekli bir düşük rüzgar hızı modeliyle karşı karşıya kalacağımızı açıkça gösteriyor. Öte yandan fırtınalı zamanlarda – özellikle Kasım ve Aralık aylarında- atmosfer o kadar karışık ki rüzgar çiftliği uyandırma etkileri nispeten küçük”, yazdılar.
Ekip, sonuçlarını doğrulamak için Kuzey Denizi’ndeki iki araştırma platformundan 2008’den 2017’ye kadar olan rüzgar ölçümleriyle simülasyonları daha da karşılaştırdı.Akhtar, “Rüzgar çiftliklerini analiz etmek için geleneksel akış modelleri çok yüksek bir uzamsal çözünürlüğe sahip, ancak bir rüzgar alanına yalnızca kısa bir süre içinde bakıyor” dedi ve “Ayrıca, bunlar bir rüzgar santralinin geniş bir alandaki hava akışını nasıl değiştirdiğini belirlemek için kullanılamaz.” diye de ekledi.
Akhtar ve meslektaşlarının vardığı sonuç, güç türbinlerinin birbirine çok yakın inşa edilmesinin endişe verici bir sonucunun olduğudur. Rüzgar enerjisi günümüzde popülerlik kazandığı için çalışma bir çok insanın dikkatini çekmiştir.
Rüzgar türbinlerinin arkasındaki mühendisler ve rüzgar çiftlikleri, verimliliği optimize etmek ve işletme maliyetlerini ve çevre üzerindeki etkilerini azaltmak için rüzgar türbinlerini hangi mesafede inşa edeceklerini planlarken bu çalışmayı ve sonuçlarını dikkate almalıdırlar.
[BIG THINK yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir.] Tarih: 19.05.2021 Yazar: Bilgin Burak Öztoprak Ortalama Okuma Süresi: 7 dakika
Yeni bir işe başladınız ve iş yerinde ilk gününüz. Yeni iş arkadaşınız sohbet başlatmak için size “Dün gece maçı izledin mi?” diye soruyor. Futboldan nefret ediyorsunuz, ancak yeni iş yerinde hiç arkadaşınız da yok. Cevabınız “Elbette, bu sonuca inanamıyorum.” Oluyor. İlginç bir şekilde bu cevap işe yarıyor ve bir süre daha sohbet ediyorsunuz. Bundan sonraki günlerde ise bir yalanı yaşamaya devam ediyorsunuz. Hafta sonu birkaç futbol programı izlediniz, birkaç araştırma yaptınız. İş yerine dönünce sadece hafta sonu duyduğunuz şeyleri tekrar ettiniz. Söylediğiniz şeyler hakkında bir fikriniz yok ancak iş arkadaşınız söylediklerinizden etkilendi. Bir şekilde futboldan anlıyor gibi göründünüz. Ancak soru şu: Futbolu gerçekten biliyor musunuz yoksa bilgiyi taklit mi ediyorsunuz? Aradaki fark nedir? Filozof John Searl’in “Çin Odası’na” hoşgeldiniz!
ÇİN ODASI NEDİR?
Searle’ın argümanı, zihnin tam olarak hangi rolü oynadığıyla veya başka bir deyişle ne yaptığı ya da hangi “işleve” sahip olduğunu açıklayabileceğini savunan felsefedir.
İşlevselciliği matematikteki fonksiyonlara benzetebiliriz. İnsan zihni bir “girdi-süreç-çıktı” modelini izliyor gibi görünmektedir. Çin Odası düşünce deneyi, insan zihni bu kadar basit şekilde çalışan biyolojik bilgisayarlar olmadığını göstermeye çabası içerisindedir.
Bir oda hayal edin. Odanın içinde Çince bilmeyen John var. Odanın dışındaki bir Çinli odanın içine Çince bir mesaj gönderir. John’un elinde ise Çince karakterler için bir “Girdi-Çıktı” kitabı var. Örneğin, <你 好吗> alırsa, doğru cevap <我 还好> olur. John’un yapması gereken tek şey talimat kitabını takip etmek. Odanın dışındaki Çinli konuşmacı, içeriden Çince bilen biriyle konuştuklarını düşünüyor. Ama gerçekte, içeride yalnızca John ve elindeki kitabı var.
Anlamak nedir?
John Çince anlıyor mu? Çin Odası, her bakımdan, zihnin hesaplamalı bir görünümüdür, ancak görünen o ki, bir şeyler eksiktir. Bir şeyi gerçekten anlamak, “Girdi-Çıktı” otomatikleştirilmiş bir yanıtını vermek değildir.
Yapay zekalar bu şekilde programlanır. Bir bilgisayar sistemi, belirli girdilerin sınırlı bir listesine dayalı olarak belirli bir çıktı sağlamak üzere programlanmıştır. “Fareye çift tıklarsam bir dosya açarım.” Giriş – İşlem – Çıkış.
Yapay Zekanın Geleceği
Adil olmak gerekirse, yapay zeka alanı daha yeni başlıyor. Ancak bu, AI’nın her zaman böyle olacağı anlamına gelmez. AI’nın (en azından) çok da uzak olmayan bir gelecekte bir insan tepkisini mükemmel bir şekilde taklit etmesi oldukça olasıdır. Dahası, bugün AI’lar giderek daha gelişmiş öğrenme yeteneklerine sahiptir. Algoritmalar artık sadece girdi-işlem-çıktı değil, daha çok sistemlerin bilgi aramasına ve aldıklarına yeniden adapte olmasına izin veriyor. Bunun kötü şöhretli bir örneği, bir Microsoft sohbet botunun Twitter’da okuduklarından öğrendikten sonra ırkçılıktan bahsetmeye başladığında meydana geldi. Bir diğer örnek ise, iki Facebook sohbet robotu birbirleriyle kendilerinin icat ettiği bir dilde yaptıkları sohbet keşfedildikten sonra kapatıldı. Ne yaptıklarını anladılar mı? Yeterince öğrenme ve yeterince pratikle, bir yapay zeka “Çin Odası” nın anlayışa ulaşamayacağını kim söyleyebilir?
Taklit anlayışa dönüşebilir mi?
Zaman zaman hepimiz Çin Odası’ndaki John Olmuşuzdur. Bir spor hakkında konuşmak, bir sınava katılmak, anlamını tam olarak bilmediğimiz bir kelime kullanmak veya matematik problemlerini hesaplamak. Hepimiz anlayışı taklit edebiliriz, ama aynı zamanda şu soruyu da akla getiriyor: Taklit ederek anlayabilecek kadar akıcı ve yetkin bir hale gelebilir miyiz? Bir eylemi yeterince tekrarlarsanız, kolay ve alışkanlık haline gelir. Örneğin, bir dil, müzik aleti veya matematik hesaplama pratiği yaptığınızda, bir süre sonra bu ikinci doğa haline gelir. Beynimiz tekrarla değişir.
Öyleyse, yeni bir şey öğrendiğimizde hepimiz Çin Odaları’ndaki John olarak başlayabiliriz, ancak bu hala bizi uygun bir soruyla baş başa bırakıyor: John Çince’yi ne zaman, nasıl ve hangi noktada gerçekten anlıyor ? Daha da önemlisi, Siri veya Alexa sizi hiç anlayacak mı?
[Science Daily yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir.] Tarih: 18.05.2021 Yazar: Hatice Eflatun Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika
Görünmez mürekkeple kodlanmış mesajlar, yalnızca casusluk kitaplarında bulunan bir şeye benziyor ancak gerçek hayatta önemli güvenlik amaçları olabilir. Fakat şifrelemeleri öngörülebilirse kırılabilirler. Şimdi, ACS Applied Materials & Interfaces’te rapor veren araştırmacılar, hem UV ışığı hem de doğru mesajları ortaya çıkarmak için kod öğretilen bir bilgisayar gerektiren normal mürekkep ve karbon nanoparçacık bazlı görünmez mürekkeple karmaşık kodlanmış veriler yazdırdılar.
Elektronik kayıt yöntemleri ilerlerken bile, kağıt hala verileri korumanın yaygın bir yoludur. Görünmez mürekkep, sınıflandırılmış ekonomik, ticari veya askeri bilgileri meraklı gözlerden gizleyebilir ancak birçok popüler mürekkep toksik bileşikler içerir ve ışık, ısı veya kimyasallar gibi tahmin edilebilir yöntemlerle görülebilirler. Düşük toksisiteye sahip olan karbon nanopartiküller, ortam aydınlatması altında esasen görünmez olabilir ancak ultraviyole (UV) ışığa maruz kaldıklarında canlı görüntüler oluşturabilirler. Ek olarak, karmaşık bilgilerin nasıl işleneceğini öğrenen işleme algoritmaları ağları tarafından yapılan yapay zeka (AI) modellerindeki gelişmeler, mesajların yalnızca uygun şekilde eğitilmiş bilgisayarlarda deşifre edilebilmesini sağlayabilir. Bu nedenle, Weiwei Zhao, Kang Li, Jie Xu ve meslektaşları, bir floresan karbon nanopartikül mürekkebinde basılan sembolleri tanımlamak ve şifresini çözmek için bir yapay zeka modeli eğitmek istedi ve UV ışığına maruz kaldığında gizli mesajları açığa çıkardı.
Araştırmacılar, UV ışığına maruz kaldığında mavi görünen görünmez bir mürekkep oluşturmak için suyla seyrelttikleri sitrik asit ve sisteinden karbon nanopartiküller yaptılar. Ekip, yaptıkları mürekkebi bir mürekkep kartuşuna yükledi ve mürekkep püskürtmeli bir yazıcıyla kağıda bir dizi basit sembol yazdırdılar. Daha sonra, birden fazla algoritmadan oluşan bir yapay zeka modeline UV ışığıyla aydınlatılan sembolleri tanımayı ve özel bir kod kitabı kullanarak şifrelerini çözmeyi öğrettiler. % 100 doğrulukla, yapay zeka modeli normal mürekkep sembollerini “DURDUR” olarak okur, ancak yazı üzerinde bir UV ışığı tutulduğunda, görünmez mürekkep istenen “BAŞLA” mesajını gösterir. Araştırmacılar, bu algoritmaların sembollerdeki küçük değişiklikleri fark edebildiğinden, bu yaklaşımın yüzlerce farklı öngörülemeyen sembol kullanarak mesajları güvenli bir şekilde şifreleme potansiyeline sahip olduğunu söylüyorlar.
[YouMatter yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir] Tarih: 29.03.2021 Yazar: Süleyman Mansuroğlu Okuma Süresi: 8 dakika
Hidrojen arabaları elektrikli arabalardan daha mı yeşil? Hidrojen arabaları gelecek için en iyi ulaşım alternatifi olabilir mi? Evet, hareket halindeyken CO₂ salmıyorlar peki bu çevreyi kirletmedikleri anlamına mı geliyor?
HİDROJEN VE ELEKTRİKLİ ARABALAR NASIL ÇALIŞIR?
Hidrojenle çalışan bir araçta yakıt pilini besleyecek ve oksijenle karışacak olan yüksek basınçla sıkıştırılmış hidrojen gazı bulunur. Bur karışım elektrik motoruna güç sağlayacak elektrokimyasal bir reaksiyon oluşturur. Bu da hidrojenle çalışan arabaların (elektrik enerjisi ve motoru kullanımı nedeniyle) hem klasik petrolle çalışan otomobillere hem de elektrikle çalışan otomobillerle benzer özelliklere sahip olduğu anlamına gelir. Bu sebepten de ulaşım pazarında özel bir yere sahiptirler. Yakıt depolu veya tam hücreli elektrikli araçlar olarak da adlandırılabilirler.
Hidrojenle çalışan araçların yakıt depoları onların ana bileşenidir. Hidrojenin oksijenle karışımından elektrik elde edilir. Sonra bu enerji herhangi bir toksik egzoz gazı salınımı yapmadan aracı yürütmek için kullanılır. Bu süreç sonunda ortaya çıkan tek yan ürün H₂O moleküllerini oluşturan hidrojen ve oksijen atomlarının bağlanması sonucu ortaya çıkan su ve ısıdır. Mükemmel görünüyor, değil mi?
Bir diğer tarafta, elektrikli araçlar (EV) şarj edilebilir bir pilden veya diğer taşınabilir elektrik kaynaklarından akım çeken elektrik motorlarıyla çalışır. Hareket ettiklerinde kimyasal reaksiyon da olmaz. Piller önceden şarj edilmiş olduğunda sadece elektrik akımı oluşur.
Ama hangisi daha ekolojik ve sürdürülebilir? Nihai sonuçlara varmadan önce her bir araç türünün en önemli özelliklerine göz atalım.
HİDROJEN VE ELEKTRİKLİ ARAÇLARIN ARTILARI VE EKSİLERİ
Hidrojenle çalışan bir araç olan Hyundai Nexo ile yaklaşık 550km yolculuk yapabilirsiniz. Bu da elektrik tarafında türünün en iyisi olan Tesla Model S ile nerdeyse aynıdır. Yine de bu arabaların sürüş menzilini doğru söylemek biraz zor. Aracın içindeki yolcu sayısı, klima kullanımı, dur-kalk sıkılığı gibi faktörler bu menzili etkiler. Araştırma firmasına göre, tamamen elektrikli araçların çoğu tam şarjla 150-350 km arası gidebilir. Tam dolu depoyla hidrojenle çalışan bir araç ise 480 km gidebilir.
ŞARJ DOLUM İSTASYONLARI
EV için elektrik santrallerinin sayısı her gün artıyor. Ve Aralık 2018’e kadar ABD’de 20000 şarj istasyonu bulunuyordu. Buna karşın hidrojen dolum istasyonu (çoğunluğu belirli bir bölgede) 45’ten azdır. Nitekim, hidrojen arabalarının altyapısı, tedariki ve teknolojisi hala elektrikli araçların gerisinde.
GÜÇ VE DOLUM SÜRESİ
Hidrojenin yakıt deposu dolumu yapmak için gereken süre elektrikli araçlardan çok daha farklıdır. Tıpkı herhangi bir benzinli arabada olduğu gibi 5 ila 10 dakika sürer. Tesla’nın hızlı şarj cihazları (120 kW) pillere yarım saatte %80 güç sağlar. BMW i3 veya Nissan Leaf’in tamamen şarj olması ise sırasıyla 4 veya 8 saat sürebilir. Elektrikli arabaların güç alma süresi açıkça şarj istasyonuna ve konektörün türüne bağlıdır. Ancak kombinasyon ne olursa olsun şu anda bu süreler hidrojen arabalar için açık bir kazançtır. Bunun başlıca nedeni de 1kg hidrojenin 1 kilogram lityumdan 236 kat daha fazla enerji depolamasıdır.
ASIL SORUN HİDROJEN ELDE ETMEK
Hidrojen, evrendeki en yaygın element olmasına rağmen, Mavi Gezegende saf haliyle mevcut değildir. Bu da hidrojeni araçlarımızın yakıtı için kullanmak istiyorsak onu su, doğalgaz, fosil yakıtlar gibi diğer bileşiklerden üretmemiz gerektiği anlamına gelir. Bunun için enerji kullanılması gerekir ve bu durumda denkleme çevresel ve ekonomik maliyetler de girer.
Bir taraftan suyun elektroliz sürecini tersine çevirerek temiz bir şekilde hidrojen elde edebiliriz. Sorun şu ki, hidrojeni elde etmek için H₂O moleküllerini ayırma işleminin yüksek enerji harcaması onu pahalı bir işlem haline getiriyor. Bununla birlikte, bu enerji güneş veya rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından gelebiliyorsa, net enerji döngüsü düşük karbon alır ve süreç çevre dostu haline gelir. Yine de ele almamız gereken başka bir durum da sürecin verimliliğidir. Bu yöntem yalnızca %75 verimlidir ve elektrik kaybının %25’ine izin verir.
Bu nedenle, günümüzde çoğu hidrojen yakıtının, elektrolizden daha ucuz olan doğalgazın dönüştürülerek üretiliyor. Olumsuz tarafı, süreçte ortaya çıkan yan zararlı ürünler CO₂ ve CO küresel ısınmaya katkıda bulunur. Ayrıca, doğalgaz çıkarılırken metan sızıntısı nadir bir olay değildir. Bu moleküller sadece CO₂’e göre 86 kat zararlı olmakla kalmayarak küresel sera gazı salınımının %25’inden sorumludur.
HİDROJENLE ÇALIŞAN OTOMOBİLLERİN BAZI FAYDALARI
Elektrikli arabaların tipik lityum iyon pilleri yerine hidrojen yakıtlı otomobillerin yakıt depoları, lityum iyon pillerin yaşam döngüsünün sonu sorununu ortadan kaldırıyor. Bu pillerin geri dönüşümü çok zordur ve bu durum şimdilik bir artı olarak sayılabilir. Piller, hastaneler gibi kentsel binalarda yedek jeneratör olarak yeniden kullanmak için bazı projeler geliştirilmektedir.
Ayrıca, herhangi bir kirletici salınım olmadan sürüş, en iyi senaryo olan 40 dakikalık şarja ya da sık karşılaşılan durum 3-6 saatlik şarj süresine kıyasla 5-10 dakikada hızlı bir şekilde yakıt ikmali yapılması hidrojen yakıtla ulaşım için tartışılmaz bir kazançtır.
Bazı araştırmalar küresel CO₂ salınımını %27 azaltma potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Bu potansiyel,
Doğalgazdan metan sızıntıları nispeten az olduğunda
Metanı parçalayarak hidrojen üretme
Hidrojen yakıtı kullanımı kabul edildiğinde karşılanabilir.
HANGİSİ DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR
Yukarıda bahsedilen faydalara rağmen, günümüzde hidrojenin çoğu metan reformuyla üretilmektedir. Bu, süreçte üretilen CO₂ ve CO nedeniyle iklim değişikliğiyle mücadelede bir çözüm olarak hidrojenle çalışan araçların tüm potansiyelini ortadan kaldırıyor. Metan parçalama süreci iyileştirilirse bile uzun vadeli bir çözüm olması muhtemel değildir.
Yine de teknoloji geliştikçe, hidrojeni elde etmek için su elektrolizi işlemi iyileştirilebilir. Ve süreç daha verimli hale geldikçe daha da kullanılabilir. Çünkü, hidrojenli arabaların enerjiyi iki kez kullanması (hidrojen yapmak ve sonra onu araçlara güç vermek için kullanmak) anlamına gelirken, elektrikli araçların enerjiyi şebekeden hemen kullanabilmesi elektrikli araçlar lehine güçlü bir argüman. Bunun sebebi elektriği hidrojene dönüştürdükten sonra elektriğe geri döndürmek %45’e varan (onu bir sıvıya sıkıştırmak ve depolamak dahil) enerji kayıpları içerebilir.
Bununla birlikte, bilim insanlarına göre %86 verimliliğe ulaşabilecek proton değişim zarı gibi hidrojen üretmenin yeni yöntemleri geliştiriliyor. Günümüzde elektrikli arabalar farklı otomobil türleri ve şarj noktaları açısından daha erişilebilir bir araçtır. Hidrojenle çalışan arabalara kıyasla daha verimli süreçler içerirler. Ve lityum pilleri yeniden kullanılarak farklı amaçlara ulaşılırsa, en azından önümüzdeki birkaç yıl boyunca sürdürülebilir bir çözüm olarak kalacak gibi duruyor.
[Science Daily yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir] Tarih: 15.03.2021 Yazar: Melih Kul Ortalama Okuma Süresi: 7 dakika
KEPLER TELESKOBU HAKKINDA KISA BİLGİLER
Gezegen Avcısı olarak da bilinen, adını Rönesans dönemi gök bilimcisi Johannes Kepler’den alan teleskop, NASA tarafından diğer yıldızların yörüngesinde dolanan dünya benzeri gezegenleri araştırmak için 7 Mart 2009 yılında uzaya gönderilmiştir. Gezegen avcısı yaptığı hassas ölçümlemelerle yer benzeri olabilecek gezegenleri bulmaya başlamıştır.
Fırlatma Dönemi: 5 Mart – 9 Haziran 2009 (uzun fırlatma pencereleri her gün 2 – 3 dakika) fırlatma pencereleri 28 dakika ayrı
5 Mart için ilk fırlatma fırsatı: Öğleden sonra 10.48 EST
Fırlatma Alanı: Cape Canaveral Hava Kuvvetleri İstasyonu, Florida, Pad 17B
Yörünge: Dünya’yı takip eden Güneş merkezli (helyosentrik) yörünge
Yörünge Periyodu: 371 gün
Görev Süresi: 3.5 yıl olarak planlanmıştır, fakat 15 Kasım 2018’e kadar görevine devam etmiştir.
KEPLER TELESKOBUNUN KEŞİFLERİ
Kepler uzay teleskobu fırlatıldığı ilk yıldan beri Güneş sistemi dışında yüzlerce gezegen keşfetti. Bu gezegenler arasında Dünya boyutlarında ve Dünya özelliklerinde olduğu gibi, çok daha farklı gezegenler de bulunmaktadır. Bu gezegenler bazıları çoklu gezegen sistemleridir. Bir yıldız etrafında birden fazla gezegen bulunan sistemler olduğu gibi, birden çok yıldız etrafında dolanan gezegen de keşfedilmiştir.
Keşfedilen gezegenleri çoğu yaşanabilir bölge dışında olmasına rağmen, yaşanabilir bölge içinde bulunan gezegenler de vardır. New Jersey’deki Princeton Üniversitesi’nde görevli Dr Timothy Morton, Kepler tarafından bulunan Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin büyük çoğunluğunun süper-Dünya denilen (Dünya’nın yarı çapından 1.2-1.9 kat daha büyük) gezegen ile sub-Neptün (Dünya’nın yarı çapından 1.9-3.1 kat daha büyük) gezegeni arasında kaldığını bildiriyor.
Bilim insanları, Kepler’in 2015 yılı Temmuz ayında hedeflediği 4302 aday gezegenin bulunduğu katalogdan keşfedilen Güneş sistemi dışındaki 1284 yeni gezegeni tespit edip doğrulamak için yeni bir istatistiksel teknik kullandı. Yeni teknik, aday gezegenlerin simülasyonlarıyla ilgili farklı bilgiler topladı ve her olası yenidünyayla ilgili gökbilimcilere güvenilir puanlamalar verdi. Güvenilirliği %99’dan fazla olan adaylar ‘doğrulanan gezegenler’ olarak belirlendi. Araştırma ekibi, gezegen olma ihtimaline yakın fakat %99’luk orana ulaşmayan 1327 aday daha belirledi. Bu adayların incelenmesi devam edecek.
Kepler 186F Öte Gezegeni
Dünya’dan yaklaşık olarak 500 ışık yılı uzaklıkta bulunan kırmızı cüce yıldız Kepler-186 yörüngesindeki bir ötegezegendir. Kepler-186f, başka bir yıldızın yaşama elverişli bölgesinde keşfedilen, Dünya ile benzer yarıçapa sahip ilk gezegendir. 19 Mart 2014 yılında Kepler Uzay Teleskobu ile, “transit metodu” ile keşfedilmiştir.
Kepler-186f’in yörüngesel periyodu 129,9 gün, yörüngesel yarıçapı Dünya’nın %36 kadarı olup bu mesafede yıldızıyla (Ay ve Dünya gibi) eşzamanlı dönüşüm içinde olup olmadığı belli değildir. Bu sistemin yaşanabilir bölgesi, muhafazakâr bir tahminle Dünya’nın aldığı aydınlatmanın 0,88 ilâ 0,25 kadar olduğu bölgedir (0,22 ilâ 0,40 AB; Kepler-186f, %32 aydınlanmakta olduğundan bu bölgenin içinde, fakat Güneş Sistemi’nde Mars gibidış sınıra yakın bulunmaktadır. Kepler-186f’nin aldığı yıldız akısı Gliese 581 d’ninkine benzemektedir.
Kepler-186f’nin yarıçapı, Dünya’nın yarıçapından takriben %11 fazladır. Kütlesi, yoğunluğu ve bileşimi bilinmemektedir; kütle tahminleri sadece su/buz karışımı olan bir gezegenle tamamen demirden meydana gelmiş bir gezegen için 0,32 M⊕ ilâ 3,77 M⊕ arasında olabilir; Dünya’nınkine benzer bir bileşim (1/3 demir, 2/3 silikat kaya) olması hâlinde 1,44 M⊕ olmalıdır. Büyük çoğunluğu hidrojen/helyum olan bir atmosfer, yarıçapı 1,5 R⊕‘dan az olan gezegenler için pek muhtemel görülmemektedir. Kırmızı cüceler, gençken yaşlılara göre çok daha kuvvetli aşırı morötesi (XUV) ışımaları vardır; gezegenin esasî atmosferi, bu süre içinde foto buharlaşması olabileceğinden H/He ağırlıklı zarfın büyük bir kısmının hidrodinamik kayıpla kaybetmesi muhtemeldir.
[Özgün Yazıdır] Tarih: 13.03.2021 Yazar: Emre Sezer Ortalama Okuma Süresi: 8 dakika
Isaac Asimov’un “I Robot” eserini okumuş ya da izlediyseniz “Three Laws of Robotics” yani 3 Robot yasasını duymuşsunuzdur. Eserde Asimov robot yasalarını test eden hikayeler yazmıştır. Robotların bazı olaylar karşısında bu kurallara bağlı kalarak neler yapabileceklerini ön görmeye çalışmıştır.
3 Robot Yasası:
Yasa 1: Bir robot, bir insana zarar veremez ve haraketsiz kalarak o insanın zarar görmesine izin veremez.
Yasa 2: Bir robot, birinci yasayla çelişmediği durumlar dışında, insanlar tarafından verilen emirlere uymalıdır.
Yasa 3: Bir robot, birinci veya ikinci yasayla çelişmediği sürece kendi varlığını korumlaıdır.
Bu yazımda ise bu kurallar çevresinde bir kaç olayı analiz etmeye ve bu kuralların doğru, yeterli veya fazla olma durumlarını karşılaştırmaya çalışacağım.
Sözgelimi bir grup insanın, bir insanı kovaladıkları ve kapısı kapalı bir oda içerisinde tek başına sıkıştırdıklarında kendilerini tehlikeye atmamak için odaya donanımlı zarar göremez güvenlik robotu gönderiyorlar. Robot odaya girdikten sonra robota öldür emrini veriyorlar ve bir süre sonra robotun arkasından içeriye giriyorlar. Bu durumda tam donanımlı zarar görmez güvenlik robotunun odanın içerisindeki insanı öldürmesini bekleriz. Ama Asimov’un yasalarına göre davranmak zorunda olan robotumuz aldığı emir 1. Yasa ile çeliştiği için odaya girince odadaki insanı öldürmek yerine arkasından içeriye giren ve hayatta gördükleri için oda içindeki insanı öldürmeye çalışan, emir aldığı, insanlara karşı öldürmesi beklenen insanı koruduğunu görürüz. Bu yasa insanların güvenliği için olsa da robotun koruduğu insan kitlesel katliamlar gerçekleştiren olduğunu düşünürsek robot bir insanı korumak için daha fazla insanın hayatını tehlikeye attığı için farkında olmadan birinci yasa ile çelişmektedir. Bu durumu ilk üç yasayı yayınladıktan sonra farkeden Asimov yeni yasa yazarak bu durumu önlemek ister.
Yasa 0: Bir robot insanlığa zarar veremek veya haraketsiz kalarak insanlığın zarar görmesine izin veremez.
Sıfırıncı yasa ile robotların hem birebir hem de toplumsal ilişkilerinde insanlara zarar vermesini ve insanlara zarar verecek kötü insanları korumamasını amaçlamıştır.
Asimov ikinci yasasında açıkca robotların insanlara hizmet eden “eşyalar” olduğunu ve insanlara aykırı haraketler yapamayacaklarını belirtmiştir. Günümüzde de robotların varlığını felsefi açıdan sorgulayan tartışmalar yaşanmıştır. Robotların ortaya çıkma nedenlerine bakarsak, insanlık iş yükü gerektiren her durum için teknolojik çözümler üretmeye çalışmıştır. Yürümemek için önce atların çektiği, daha sonra motor ile çalışan makineler icat etmiştir. Teknolojinin gelişmesi ile bu makneleri otonom veya daha önceden verilmiş emirleri yerine getirecek sistemler ile geşitirip araç robotlarını geliştirdiler. Hesap makinasından, endüstriyel konvoyörlere diğer alanlarda da aynı amaçla, farklı emirleri yerine getiren bir çok robot icat ettiler. Bu alanlardan biri de hizmet sektörü.
Bu sektörde insan hizmetlilere hem iş hem görünüş bakımından benzeyen robotlar icat edilmesi bazı insanların robotlarla duygusal bağ kurmasına onları eşya olarak değil bir canlı gibi görmesine neden oldu. Bir diğer örneği ise insanlarla insanlar gibi sözlü iletişim kurabilen yapay zeka yazılımlarında rastlayabiliyoruz. Yine de unutulmamalıdır ki her ne kadar insanlara benzese de robotlar sadece eşyadır. “Boston Dynamics” gibi şirektlerin reklam için hazırladığı, insanların robotlara saldırdığı videolara, robotlarla duygusal bağ kurduğukları için tepki gösteren insanlar olsa da diğer tarafta da robotların intikam alacaklarını söyleyen insanlar ve bu konuyu sürekli gündeme getiren tekonoloji dünyasının en büyük şirketlerinin ceo’larının yaptıkları “yapay zeka / robotlar insanların sonu olabilir.”, “çalışmaları durdurun.” Gibi açıklamaları var.
Güçlü teknolojiler robot veya değil farketmeksizin insanların elinde büyük bir tehlike arz ettiği açık ama robotların bir olup insanlara savaş açması, bilinci olmayan robotların değil emri yerine getiren robotların yani sadece insanların sebep olduğu sonuç olabilir.
Teknoloji geliştirkçe ortaya çıkan yeni model robotlar için yeni etik kurallar ve yasalar da kesin olarak getirilecek, güçlendirdiğimiz robotlardan korunmak için bir tür yazılımsal anayasaya sahip olacağız. Konuyla ilgili çoktan çalışmalara başlamış oluşumlar var. Yine de unutulmamalıdır ki bir robot ve bir abaküs arasında etik olarak hiçbir fark yoktur. Biri çok daha gelişmiş olsa da ikisi de eşyadır ki ayrıca biri diğerinin atası sayılabilecek konumdadır. Bu konuyla ilgili ileri okuma kısmında benzer eserler de önereceğim.