Notit

Notit

Mükemmel İnsan Bedeni Tasarlamak

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 21.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Editör: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 10 dakika

        İnsan anatomisi neredeyse çoğu işi yapabilmemize olanak sağlıyor, peki mükemmel mi? Evrimleşen vücudumuz zaman geçtikçe bizi atalarımızdan farklı bir tür haline getirdi ve ortak atamızdan evrimleşen diğer akrabalarımızın yapabildiği bazı özellikleri yitirdik ya da hiç kazanamadık.

        Yaşlandıkça yüksek frekansı işitemeyiz, yemek yerken soluk borumuza yiyeceğimiz kaçarsa ölebiliriz, kalp atardamarlarımız az sayıda ve dar olduğundan biri tıkanırsa ölme riskimiz çok yüksek gibi örnekler verilebilir. Anatomi uzmanı Alice Roberts bu tür sorunları araştırıp hayatımızı kolaylaştıracak bazı özellikleri diğer hayvanlardan kopyalayarak mükemmel insan bedeninin neye benzeyebileceğini ortaya koydu.

İnsan vücudunda bulup değiştirdiği bazı kusurlar:

        Göz Retinası: Işık göz bebeğinden(iris) göze girer ve retinaya çarpar. Retinada bulunan ışık reseptörleri ışığı algılar ve optik sinire nakleder. Optik sinirler retinada son bulduğu için algıladığımız görüntüde bir kör nokta oluşur. Bu alanda fotoreseptör bulunmadığından bu alanda görüntü algılaması yapılamamaktadır. Beyin göremediği bu kör noktayı, gördüğümüz bir cismin etrafındaki bölgeye bakarak, sanal bir görüntü ile tamamlar. Ahtapotların gözleri kör nokta oluşturmadığı için daha gerçekçi görüntü görürler. Alice Roberts bu kusuru çözmek için ahtapotlardaki gözü kullandı.

        Kulaklar: İç kulaktaki minik tüyler yani işitme kılları yenilenmediğinden dolayı yaşlandıkça yüksek frekanslı sesleri işitme yetisini kaybederiz. Bunun üstesinden gelmek için ya saç hücreleri gibi yenilemek ya da kulağa gelen sesi arttırmak gerekiyor. Alice Roberts bu kusuru çözmek için Çok geniş bir frekans aralığını duyabildiği, hareket ve dönme kabiliyeti bulunan büyük bir çift kedi kulağı kullanmayı tercih ediyor. 

        Soluk borusu: Soluk borusu ve yemek borusu yutakta birleşiyor. Bu da yediğimiz şeyin nefes alırken soluk borusuna kaçabiliyor ve boğulma tehlikesine sebep oluyor. Bunu önlemek için soluk borusu ve yemek borusunu ayırıyor. 

        Solunum: Akciğerlerimizdeki hava akışı çift yönlüdür. Havanın girdiği ve çıktığı yer aynıdır. Kuşlarda ise hava karın ve göğüs bölgesindeki hava keselerine doğru nefes alır ve başka bir yoldan geri verirler. Bu sayede karbondioksiti atmak daha kolay hale gelir ve oksijen emilimi artar. Araştırmacı Alice Roberts kuşlarda olan bu özelliği tasarladığı insana aktarmayı tercih etti.

        Kalp: Kalp krizinin en büyük sebeplerinden biri damar tıkanıklığı. Her insanın kalp kasına oksijenli kan taşıyan bir çift koroner atardamara(arter) sahiptir. Bu iki damar arasındaki bağlantı yok denecek kadar küçük. Bir koroner atardamar tıkanırsa, kalp kaslarının bir bölgesi ölümcül bir şekilde hasar alır. Köpeklerde kalp anatomisi daha farklıdır. Köpeklerde arterler arasında bolca bağlantıya sahiptir, böylece kalbe giden damarların birinde bir tıkanıklık olursa diğer damar devreye girebilir. Alice Roberts bu kusuru çözmek için köpeklerdeki damar ağına benzer bir yapı kullandı.

        Omurga: Uzun, esnek bel omurlarımız birçok yönden harikadır ancak dezavantajları da vardır. Bel omurları büyük bir yük taşırlar ve yaşlandıkça, omurlar arasındaki diskleri merkezde tutan bağlar kurur. Disk dışarı çıkabilir ve fıtığa dönüşmüş disk sinirlere baskı yaparak sırt ağrısına sebep olur. Şempanzelerde omurga daha düz ve daha kısa. Ayrıca onlarda leğen kemiği daha kavrayıcı olduğu için omurga daha sabit kalıyor. Araştırmacı “Burada belimi feda ediyorum ancak biyomekanik avantajların buna değer olduğunu düşünüyorum” diyerek yaptığı yeni insan modelinde şempanze omurunu kullandı.

        Doğum: Büyük başlı bebekler yani biz bazı kadınlar için doğumu zorlaştırabilir.Ya keseli hayvanlardan, yavruları erken doğuran ve sonra anneden bağımsız olmaya hazır olana kadar onları bir kese içinde tutan hayvanlardan, evrimleşseydik? Kangurularda yaklaşık fasulye büyüklüğünde bir bebek doğuyor -7 haftalık bir insan embriyosu büyüklüğünde- ve kokuyu takip ederek kesenin içine giriyor. Kesenin içerisinde ise memeye asılıp aylarca buradan besleniyor. Bu özellik insanda olsaydı insanın memeleri kesenin içinde olması gerekir ve bu da çok farklı görünecektir. 

Tasarlanan heykel ve Alice Roberts

        Bacaklar: “Primat bacaklarımızla yürüyebilir, koşabilir ve tırmanabiliriz. İnsan dizi karmaşıktır ve çeşitli şekillerde başarısızlığa eğilimlidir. Bacaklarda oldukça fazla kas kütlesi vardır ve bu da onlar hareket ettirmeyi zorlaştırır” diyen Alice Roberts, yine iki ayaklı ancak koşmada çok iyi olan ve kasları vücudun merkezine daha yakın deve kuşlarından örnek almış. Devekuşlarında ayrıca büyük tendonlar sayesinde de şok emilimi sağlayan bir yapı da vardır. Bu özellikle de insan tırmanma yetisini kaybediyor. 

        Cilt: Soluk cilt güneş yanığına eğilimlidir. Bu da kanser riskini arttırır. “Koyu bir ten tercih edebilirim fakat soluk bir ten de düşük ışıkta daha verimli D vitamini üretimine izin verebilir. İstenildiğinde soluk ve koyu arasında anında renk değiştiren cildi bazı kafadanbacaklılar yapabiliyor. Onlardan bu numarayı ödünç alıyorum” diyerek ekliyor.

        Bu çalışma sonucunda ekleyebiliriz ki; canlıların, ortak atalardan da gelse, üreme, beslenme, korunma gibi ihtiyaçlarının farklı çevre koşullardında üzerlerinde farklı özellikleri geliştiriyor. Bu özellikler canlıları çevre koşullarına daha uyumlu hale getirdiğini ve nesiller boyunca gelişip yavru bireylere aktarılarak, farklı canlı türlerini meydana getirdiğini görüyoruz. Avantaj yaratan bu özellikler aynı türün başka özelliklerini geliştirmemiş gibi gözükse de bu, canlı türde bir özelliğin, diğer özelliklerden daha fazla ihtiyacı olduğunun göstergesidir. Bu çalışma sonucunda oluşturulan “avatar” gibi bir insan modeli daha gelişmiş gibi gözükse de çalışmanın sonucunda araştırmacı insan vücudu üzerinde birçok değişiklik yaparken insandaki başka özelliklerden vazgeçmek zorunda kaldı. Evrimsel sürecin bizi bir sonraki hangi türe evrilteceğini bilmesek de bu değişim bütün canlı türleri için kaçınılmazdır.

        Siz yeni bir insan vücudu tasarlasaydınız vücudunda neyi değiştirirdiniz?

Alice 2.0 Heykeli

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ARAŞTIRMA | ALICE ROBERTSalıce roberts ve heykel GÖRSELLERi | ALICE ROBERTS

APE | AMERICAN ASSOCIATION FOR ANATOMY

KEDİ | Understanding Cats By Shana T.Jenkins, hgtv.com

Ahtapot | Kingston, A.C.N., Kuzirian, A.M., Hanlon, R.T., and Cronin, T.W. (2015). Visual phototransduction components in cephalopod chromatophores suggest dermal photoreception. Journal of Experimental Biology. 218: 1596-1602.Ahtapot | Ramirez, M.D. and Oakley, T.H. (2015). Eye-independent, lightactivated chromatophore expansion (LACE) and expression of phototransduction genes in the skin of Octopus bimaculoides. Journal of Experimental Biology. 218: 1513-1520.

Evrim | On the Origin of Species – Charles Darwin

 

Mükemmel İnsan Bedeni Tasarlamak Read More »

Evrende Ne Kadar Madde Var ?

[California Üniversitesinin yaptığı araştırmadan çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 18.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Bilim insanları şimdi yeni ve daha kesin bir yöntem kullanarak evrendeki toplam madde miktarını tahmin ettiler. Ekip, yüzlerce galaksi kümesinin kütlesini hesaplayarak, maddenin evrenin içeriğinin üçte birinden daha azını oluşturduğunu buldu.

        Çevremizde gördüğümüz ve günlük hayatımızda etkileşimde bulunduğumuz her şey aslında evrendekinin yalnızca küçük bir bölümünü oluşturur. Madde ile enerji arasında kabaca 32/68 oranında bir ayrım olduğu uzun zamandır anlaşılmıştı ve bu azınlık madde içinde bile çoğu karanlıktır. Normal (veya baryonik) madde, her şeyin yalnızca yaklaşık yüzde beşini oluşturur.

        Kaliforniya Üniversitesi liderliğindeki bir ekip tarafından yapılan yeni hesaplama her zamankinden daha ince ayar yapıyor. Araştırmaya göre madde, evrenin toplam içeriğinin yaklaşık yüzde 31,5’ini oluşturuyor. Geriye kalan yüzde 68,5, evrenin genişlemesinin hızlanmasına neden olan gizemli bir güç olan karanlık enerjidir.

        Araştırmanın ilk yazarı Mohamed Abdullah “Bu miktardaki maddeyi bir bağlama oturtmak gerekirse, evrendeki tüm madde uzaya eşit bir şekilde yayılmış olsaydı, bu, metreküp başına yalnızca altı hidrojen atomuna eşit bir kütle yoğunluğuna karşılık gelirdi.” diyor.

        Sonuçlarına ulaşmak için araştırmacılar, galaksilerin yörüngelerini ölçerek bir galaksi kümesinin kütlesini hesaplamalarını sağlayan GalWeight adlı yeni bir araç geliştirdiler. Bunu Sloan Digital Sky Survey’deki 756 kümeye uygulayan ekip, sonuçları galaksi kümelerinin nasıl oluştuğuna dair simülasyonlarla karşılaştırabilir. Bu simülasyonlar farklı miktarlarda maddeyle başlar, bu nedenle hangi simülasyon koşullarının gözlemlere en çok benzediğini görerek, evrenin içerdiği en olası madde miktarını belirleyebilirler.

        Çalışmanın ortak yazarı Gillian Wilson, “Gökada kümesi tekniği kullanılarak şimdiye kadar yapılmış en hassas ölçümlerden birini yapmayı başardık” diyor. “Ayrıca bu, kozmik mikrodalga arka plan anizotropileri, baryon akustik salınımları, Tip Ia süpernovaları veya yerçekimsel mercekleme gibi kümesiz teknikler kullanan ekipler tarafından elde edilenlerle uyumlu bir değer elde eden galaksi yörünge tekniğinin ilk kullanımıdır.”

        Bu bilgi çoğu insan için önemli olmasa da ,evrenin evrimini anlamak, sonunda karanlık madde ve karanlık enerjinin gizemlerini açığa çıkarmamıza yardımcı olabilir.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

başlık görseli | nasa & esa

ARAŞTIRMA | CALIFORNIA ÜNİVERSİTESİ

Evrende Ne Kadar Madde Var ? Read More »

Stres Altında Olabilirsiniz

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 17.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Bu çok normal!

        En temel düzeyde, stres vücudumuzun bir durumdan veya yaşam olayından kaynaklanan baskılara verdiği tepki, düşünce yoğunluğudur. Strese katkıda bulunan şeyler kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir ve sosyal ve ekonomik koşullarımıza, içinde yaşadığımız çevreye ve genetik yapımıza göre farklılık gösterir.

Kendimizi stresli hissetmemize neden olabilecek şeylerin bazı ortak özellikleri arasında yeni veya beklenmedik bir şey deneyimlemek, kendinizi tehdit eden bir şey veya bir durum üzerinde çok az kontrolünüz olduğunu hissetmek yer alır.

        Her insanın hayatına stres faktörü etki eder. Stressiz bir hayat yaşamak neredeyse imkansızdır. Stresi her zaman olumsuz yönde etkileyen bir faktör olarak algılamak yanlıştır. Stres aynı zamanda beynin kendisini ve vücudu korumak için verdiği tepkidir. Başta söylediğimiz gibi bu çok normal!

        Strese girmemize sebep olan birçok etken vardır. Fiziksel olarak yorgun olduğunuz bir dönemde günlük rutininiz size zor gelebilir ve strese yol açar. Sosyal medyada çok fazla vakit geçirmek, içeriklerde insanların sürekli mutlu olduklarını görmek size huzursuz edebilir ve strese yol açar. Beklenmedik bir şekilde aniden karar verme zorunluluğu strese yol açtığı gibi sonrasında da stres durumu devam eder. Alışkanlıklarınızdan vazgeçmeye ya da değiştirmeye çalıştığınızda strese girersiniz. Olağanüstü durumlarda – deprem, sel gibi – ve travma niteliğindeki olaylarda strese girebilirsiniz. Stres altında vücudumuzda biyokimyasal değişimler olur. Bunun sonucu olarak nabız artışı, aşırı terleme, seste titreme en fazla dışarıdan fark edilebilecek belirtilerdir. Stres kişide; odaklanma zorluğu, tedirginlik, uyuşukluk, duyguların yoğunlaşması ve daralma, bulunduğu alanda küçülme isteği yaşamasına neden olur. Bu duygular kişinin  ruh sağlığını kötü etkilediği ve sonrasında psikolojik bir hastalığa dönüşmemesi için kişinin bu etkilerden kurutulması gerekir.

        Stresin etkilerinden kurtulmak için her insan farklı şekilde davranabilir, kendine has çözümler üretebilir. Yürüyüşe çıkmak, temiz hava almak veya soğuk suyla duş almak stresten kurtulmak için yapılan bazı eylemlerdir. Bu eylemler stresi ve etkilerini baskılayabilir fakat sürekli stres altında kalınmaması için problemi, sorunu çözmeye çalışmak, problem çözme becerilerinde kendini geliştirmek stresin etkilerinin hızlı geçmesine olanak sağlar. Bununla beraber detaylı planlama ve önceliklerini belirlemek stresin ortaya çıkma sıklığını azaltır. Doğru ve etkili iletişim stresi dengeli seviyede tutmakta oldukça yardımcı olur. Bahsettiğimiz çözüm yöntemleri birer tavsiye niteliğindedir. Eğer kendinizi yoğun stres altında hissetmeye devam ediyorsanız bu konuda profesyonel destek almanız gerekir.

        Bütün unsurlar ve kuramlar sonucunda stres korkulacak ya da kişinin hayatını sürekli kötü etkileyecek bir şey değildir. Yapılması gereken stresi yönetmektir.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Köroğlu E. (2009). Stres Yönetimi ve Gevşeme.E. Köroğlu. Kendinize Yatırım Yapın. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.

Uçar F. (2004). Streste Zihnin Rolü ve Strese Bağlı Zihinsel/Ruhsal Hastalıklar.

Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Onbaşıoğlu M. (2004). Stresle Baş Etmede Zihinsel Yöntemler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Gökçe F. S. (2004). Stres Yönetimi; Bedene Yönelik Teknikler. Türk Psikoloji Bülteni. Sayı 34-35. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.

Black D. (1994) Tıp, İlaçlar ve Zihin. (Ed) M. H. Şahin Stresle Başa Çıkma.

BAŞLIK GÖRSELİ |  People vector created by pch.vector – www.freepik.com

 

Stres Altında Olabilirsiniz Read More »

Uzay Neden Önemlidir?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 16.01.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        İnsanlık olarak gece yıldızları gördüğümüzden beri evrendeki yerimizi ve varlığımızı sorguluyoruz.. Bunun cevabını bulmak kolay değil. Uzaydaki yerimizi bulmak istiyorsak ilk önce içerisinde bulunduğumuz uzayı, evreni keşfetmeliyiz. 

Kitaplardaki tanımı; Evreni kaplayan; Dünya’nın atmosferi dışında ve diğer gök cisimleri arasında yer alan, gök cisimleri hariç boşluğa verilen isim olan Uzay’a, Dünyamızdaki deniz seviyesinden yaklaşık 80-100 km yukarıya çıktığımızda ulaşmış sayılıyoruz.

        Uzay bizim için bu tanımdan daha fazlası. Gezegenimiz Dünya’da var olan her şey öncesinde uzaydaki yıldızların içerisindeki elementlerdi. Bu elementler “Büyük Patlama” sonrasında önce yıldızları oluşturdu ve zamanla yıldızların içerisinden koparak diğer elementler ile bir araya gelerek kendilerinden daha büyük kütleli cisimleri oluşturdular. Bu oluşum süreci biz insanları da kapsıyor. Çünkü Dünya içerisinde var olan biz insanların yapı taşları da uzaydaki yıldızlardan geliyor. Yani gökbilimci Carl Sagan’ın deyişiyle, hepimiz yıldız tozuyuz. Kendimizi “İnsan” diye adlandırıp diğer hayvanlardan soyutlasak bile hepimizin yapı taşları aynı hatta cansız olan nesnelerle bile aynı elementlere sahibiz. Sözgelimi vücudumuzdak elementlere bakacak olaraksak; %65 oksijen, %18 karbon, %9.5 hidrojen ve %3.2 nitrojen ve %4.3 oranında diğer elementlerden oluştuğumuzu görürüz.  Bu elementlerin ilk sentezlendiği yerlerin yıldızlar olduğunu biliyoruz.

 

İnsan Vücudu Elemanları Bileşimi

 

        Bu yüzden şuan evrendeki yerimizi bilmek için, zamanı geriye sarıp evrendeki ilk yerimize gitmeliyiz, yani yıldızlara bakmalıyız. Böylelikle neden, nasıl var olduğumuzu, Dünya’da yaşamın nasıl başaldığını, Dünya dışında başka nerede yaşamın olup olmadığını, Dünya dışında nerede yaşamaya devam edebiliriz gibi soruların cevaplarını bulmuş oluruz. Bunun için de yönümüzü uzaya çevirip araştırma yapmalı, araştırmalarımızı yapabilmek ve daha kesin sonuçlar elde edebilmek için uzay teknolojilerimizi geliştirmeliyiz. 

        Uzay teknolojilerimizi sadece uzaydaki yerimizi öğrenmek için değil bulunduğumuz konumda rahat ve sürdürülebilir bir yaşam için de geliştirmemiz gerekiyor. Önceleri dünyamızın hareketlerini anlamak için uzaya baktık gözlem yaptık ve bu bilgileri hayatta kalmak için kullandık. Sözgelimi binlerce yıl önce hayatta kalmak için yaşadığımız güvenli alandan uzaklaşıp av ararken güneşin kounumuna göre havanın ne zaman kararacağını bildiğimizden gece olup avcılarımız çıkmadan evimize dönebildik ve benzer birçok olayda uzaya bakmak  hayatımızı kurtarmıştır, medeniyetimizin gelişmesinde kilit rol oynamıştır. Gökbilimci Carl Sagan başka bir sözünde bu tür olayları “Modern insanlar astoronomların soyundan geliyor.” diyerek özetlemiştir. 

        Ayrıca kullandığımız uzaktan kumandalar gibi uzayla hiç alakası olmadığını düşündüğümüz birçok teknoloji de uzay çalışmaları ile gelişmiştir ve bu teknolojiler hayatımızda bize daha rahat bir yaşam sunmuştur. Fabrikalarımızı uzaya taşımayı dünyadaki kaynaklarımız biteceği için uzaydaki kaynakları kullanmayı hedefliyoruz. Çünkü dünyamıza iyi davranmıyoruz. Bunun sonucunda Dünya dışında çözümler arıyoruz. Yine bu çözümler için uzayı çok iyi anlamalı, gelişmiş teknolojiler icat etmeliyiz.

        Kısaca uzay, geçmişimizi öğrenmemiz, geleceğimizi daha rahat tasarlamamız için çok önemlidir. Umuyorum uzayı keşfettikçe öğrendiğimiz bilgiler ve geliştirdiğimiz teknolojiler medeniyetimizi olumlu yönde etkiler.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Uzayın başlangıcı | NWS

Uzaktan kumanda | wikipeida.org

insan vücudu elemanları bileşimi | Anne Marie Helmenstine, Ph.D.

insan vücudu elemanları bileşimi görseli: Youst | Getty Images

Başlık Görseli | Hubble Space Telescope | NASA

 

Uzay Neden Önemlidir? Read More »

Dünya’da Yaşamın Var Olma İhtimali

[New Atlas yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 13.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

100.000 rastgele dünyanın simülasyonunu içeren yeni araştırma, şansın, karmaşık yaşamın evrimi için ihtiyaç duyulan üç ila dört milyar yıl boyunca yaşanabilir bir çevreyi sürdürmesine izin vermede önemli bir rol oynadığını gösteriyor.

Dünya her zaman yaşamak için en keyifli yer olmamıştır. Tarihi, buz çağları, hoş olmayan volkanizma dönemleri ve hatta tuhaf dehşet verici asteroit çarpması ile dolu.

Kitlesel yok oluşlar ve iklim değişimleri, Dünya’daki yaşamı birçok kez yok olma eşiğine getirdi. Bununla birlikte, gezegenimizin son üç ila dört milyar yıldır sürekli yaşanabilir kalmayı başardığı olağanüstü gerçek var. Tek hücreli yaşam formlarının insana dönüşmesine yetecek kadar uzun.

Yeni bir çalışmada, Southampton Üniversitesi’nde Dünya sistem bilimi uzmanı olan Profesör Toby Tyrrell, gezegenimizin nasıl yaşanabilir kalmayı başardığına ve bunun devam eden başarısında şansın ne ölçüde rol oynamış olabileceğine ışık tutmaya başladı.

Bu amaçla Profesör Tyrrell, 100.000 rastgele farklı dünyayı modellemek için Southampton Üniversitesinde bulunan Iridis süper hesaplama tesisini kullandı. Daha sonra evrimsel yollarının ve dolayısıyla sıcaklıklarının üç milyar yıl boyunca iklimi değiştiren olaylardan nasıl etkilendiğini simüle etti.

Her dijital gezegenin evrimi 100 kez simüle edildi ve her çalışma için dünyalara farklı rastgele olaylar uygulandı.

100.000 gezegenden yalnızca birinin simülasyonlarının 100’ü için yaşanabilirliği koruyabildiği keşfedildi. Üç milyar yıl boyunca yaşamı sürdürmeye uygun bir sıcaklığı koruyabilen geri kalan dünyalar, bunu ancak simüle edilmiş geçmişlerinin bazılarında yapabildiler ve bu nedenle, kesinlikten ziyade yaşanabilir olma olasılıkları vardı.

Yaşanabilir bir gezegene sahip olduğumuz için ne kadar şanslıyız?

Dijital gezegenlerin yüzde dokuzu veya 8.710’u, en az 100 simüle edilmiş çalışmasında üç milyar yıl boyunca yaşanabilir bulundu. Bunlardan yaklaşık 8.000 dünyanın başarı oranı 100’de 50’den azdı ve gezegenlerin 4.500’ü, 100 simülasyonunun 10 katından daha az yaşanabilir durumdaydı.

Yazara göre sonuçlar, Dünya’nın yaşanabilirliğinin basit bir kaçınılmazlık olmadığını, daha ziyade gezegenimizin veya şu anda üzerinde yaşayan her türün, dünyamızdaki yaşamın katlanmak zorunda kaldığı çevresel felaketler açısından istatistiksel olarak şanslı olduğunu gösteriyor.

Profesör Tyrrell, “Dünyanın bu kadar uzun süre, en azından kısmen şansa bağlı olarak yaşam için uygun kaldığını artık anlayabiliyoruz” diyor. “Örneğin, biraz daha büyük bir asteroit Dünya’ya çarpsaydı veya bunu farklı bir zamanda yapsaydı, o zaman Dünya yaşanabilirliğini tamamen kaybetmiş olabilirdi. Başka bir deyişle, erken Dünya’da gelişmiş yaşam olarak akıllı bir gözlemci olsaydı ve gezegenin önümüzdeki birkaç milyar yıl boyunca yaşanabilir kalma şansını hesaplayabilseydi, bu hesaplama pekala çok zayıf olasılıkları ortaya çıkarmış olabilirdi.”

Makale, Nature dergisi Communications Earth & Environment’da yayınlandı ve Profesör Tyrrell araştırmasını aşağıdaki videoda tartışıyor.

 

Araştırma Videosu

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | NEW ATLAS

BAŞLIK GÖRSEL | NASA SPITZER UZAY TELESKOBU

araştırma videosu | youtube

 

Dünya’da Yaşamın Var Olma İhtimali Read More »

Mars’ta Bitki Yetişir Mi?

[Science Daily yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 12.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        Jeologlar, Mars’ta bitki yetiştirmeye yardımcı olmak için toprak koşullarını simüle ediyor. İnsanlığın bir sonraki dev adımı Mars’ta olabilir. Ancak bu görevler başlamadan önce, bilim insanlarının kızıl gezegende ekin yetiştirmeyi öğrenmek de dahil olmak üzere çok sayıda çığır açan ilerleme kaydetmeleri gerekiyor.


        Pratik olarak konuşursak, astronotlar uzayda sonsuz bir üst toprak kaynağını taşıyamazlar. Dolayısıyla, Georgia Üniversitesi jeologları, halihazırda gezegenin yüzeyinde bulunan malzemeleri en iyi şekilde nasıl kullanacaklarını araştırıyorlar.


        Bunu yapmak için, Mars’ta bulunan malzemeleri taklit eden yapay toprak karışımları geliştirdiler. Icarus dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada, araştırmacılar Mars toprağının ne kadar verimli olabileceğini belirlemek için yapay toprakları değerlendirdiler.

        UGA jeoloji doktora adayı ve çalışmanın baş yazarı Laura Fackrell, “Mars’ın yüzeyinde kolayca elde edebileceğiniz malzemelerin belirli özelliklerini simüle etmek istiyoruz” dedi. 

        Bu Mars karışımlarının mineral yapısını veya tuz içeriğini simüle etmek, bize toprağın potansiyel verimliliği hakkında çok şey söyleyebilir. Besinler, tuzluluk, pH gibi şeyler, bir toprağı verimli kılan şeyin bir parçasıdır ve Mars topraklarının bu spektrumda nerede olduğunu anlamak, yaşayabilir olup olmadıklarını ve değilse, onları yaşayabilir hale getirmek için kullanılabilecek uygun çözümler olup olmadığını bilmenin anahtarıdır.

        Son on yılda, Mars’taki yüzey araştırmaları, gezegenin yüzeyinin kimyasının anlaşılmasını genişletti. Ekip, NASA’nın yüzey örneklerinden alınan verileri kullanarak, benzerleri geliştirmek için regolit veya yüzeye yakın gevşek malzeme üzerinde çalıştı.


        İnce atmosferi, aşırı soğuk ve düşük oksijene rağmen, Mars’ın yüzeyinin nitrojen, fosfor ve potasyum dahil olmak üzere bitki temel besin maddelerinin çoğunu içerdiği bilinmektedir.

        Besinlerin varlığı büyük engellerden birini başarır, ancak yine de daha fazla zorluk vardır. Fackrell, “Sorunlardan biri, varlıklarının bitkiler için erişilebilir oldukları anlamına gelmemesidir” dedi. “Eğer toprağa bir bitki koyarsanız, sadece demir veya magnezyum orada olduğu için bitkinin onu topraktan çekebileceği anlamına gelmez.” Ayrıca, besinler yeterli miktarda bulunabilir veya bulunmayabilir veya konsantrasyonları bitkiler için toksik olacak kadar yüksek olabilir.


        Simüle edilmiş Mars topraklarını kullanan Fackrell ve diğer araştırmacılar, yapay simülanların dokularının kabuklu ve kurumuş olduğunu keşfettiler; bu, Mars topraklarının bazı beklenmedik koşullarını yansıtarak bunların kullanımını daha zor hale getirebilir.


        Bu zorluklar, görevi imkansız yapmasa da çok zor bir hale gelitirir. Ekip, tarım bilimine bakarak, dünyada kullanılan, toprağın durulanmasından bakteri veya diğer mantarlar gibi aşılayıcıların toprağa eklenmesine kadar uzanan önerileri, bitkilerin büyümesine yardımcı olmak için Mars’a uyarlıyorlar.

        Rusya’nın Uzak Doğusundaki Kamçatka Yarımadası’nda kaplıcalarda yaşayan mikropların karşılaştığı ekstrem ortamlar üzerine yüksek lisans tezi araştırması yaparken Schroeder ile jeomikrobiyoloji alanındaki çalışmalarına başlayan Fackrell “Belirli bakteri ve mantar türlerinin bitkiler için faydalı olduğu biliniyor ve bunları Mars’ta gördüğümüz gibi stres koşulları altında destekleyebilir.” dedi.

        Bilim adamları ayrıca, Dünya için tarımsal araştırmalardaki potansiyel yenilikler için yaptıkları araştırmanın sonuçlarını da görüyorlar. Fackrell, “Mars’ta çiftçilik hakkında öğrendiğimiz her şey, Dünya üzerindeki zorlu ortamlarda çiftçiliğe yardımcı olabilir ve bu da sürdürülebilir bir gelecek inşa etmemize yardımcı olabilir,” dedi. Nihai çözüm ne olursa olsun, Mars’a insanlı bir görev olasılığı, yiyecek yetiştirme yeteneğine bağlıdır.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | SCIENCE DAILYBAŞLIK GÖRSELİ | NASA

Mars’ta Bitki Yetişir Mi? Read More »

Mars’ta Metan Yapmak

[Kaliforniya Üniversitesinin araştırmasından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 11.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Geleceğin astronotları, Mars’ta roket yakıtı yapmak için metan kullanabilir. Mars’a insanlı yolculuk ile ilgili bir çok zorluk arasından biri de şudur: Uzay aracının Dünya’ya geri dönmesi için yeterli yakıtı nasıl elde edebiliriz? Fizik ve astronomi alanında yardımcı doçent olan Houlin Xin bu konuda bir çözüm bulmuş olabilir.

        O ve ekibi, teorik olarak Mars yüzeyinde metan bazlı roket yakıtı oluşturmanın daha verimli bir yolunu keşfettiler, bu da dönüş yolculuğunu daha da uygulanabilir hale getirebilir.

        Yeni keşif, mevcut iki aşamalı süreci daha kompakt ve taşınabilir bir cihaz kullanarak tek aşamalı bir reaksiyonda sentezleyecek tek atomlu bir çinko katalizörü biçiminde geliyor. Xin, “Çinko temelde harika bir katalizör” diyor. “Zamanı, seçiciliği ve taşınabilirliği var. Uzay yolculuğu için büyük bir artı.” 

        Metan bazlı yakıt oluşturma süreci, daha önce Elon Musk ve Space X tarafından teorize edilmişti. Elektrik üretmek için bir güneş altyapısı kullandı ve bunun sonucunda, Mars’ta bulunan buzdan gelen suyla karıştırıldığında metan üreten karbondioksitin elektrolizine yol açtı.

        Sabatier süreci olarak bilinen bu süreç, Uluslararası Uzay İstasyonunda sudan solunabilir oksijen üretmek için kullanılıyor. Sabatier sürecinin temel sorunlarından biri, büyük fakültelerin verimli bir şekilde çalışmasını gerektiren iki aşamalı bir prosedür olmasıdır.

        Xin ve ekibi tarafından geliştirilen yöntem, sentetik bir enzim olarak hareket etmek, karbondioksiti katalize etmek ve süreci başlatmak için anatomik olarak dağılmış çinkoyu kullanacak. Bu, çok daha az alan gerektirecek ve Mars yüzeyinde bulunanlara benzer koşullar altında malzemeler kullanarak verimli bir şekilde metan üretebilecek.

        Xin, “Geliştirdiğimiz süreç sudan hidrojene geçiş sürecini atlıyor ve bunun yerine CO2’yi yüksek seçicilikle verimli bir şekilde metana dönüştürüyor” diyor.

        Şu anda Lockheed ve Boeing tarafından oluşturulan roketler için yakıt olarak sıvı hidrojen kullanıyor. Ucuz ve etkili olmasına rağmen, bu yakıt kaynağının dezavantajları vardır. Sıvı hidrojen, roketin motorunda karbon kalıntısı bırakır ve her fırlatmadan sonra temizlenmesi gerekir; bu Mars’ta imkansız olacak bir şey.

        Space X ve Elon Musk, Space X Raptor olarak bilinen metan yakıt tabanlı bir motor geliştirdi ve şu anda test ediyor. Raptor, Space X’in Starship ve Super Heavy adlı yeni nesil uzay gemisine güç sağlayacak. Şu anda, hiçbiri yörüngeye girmedi ve sadece biri sürekli olarak uçtu.

        Atılıma rağmen, Xin tarafından geliştirilen süreç uygulama olmaktan uzak. Şu anda sadece bir “kavram kanıtı” na sahipler, yani bir laboratuvarda test edilip kanıtlanmış olsa da, gerçek dünya – veya gezegen – koşullarında henüz test edilmemiştir.

       “Bunun tam olarak uygulanabilmesi için çok sayıda mühendislik ve araştırmaya ihtiyaç var” diyor Xin. “Ancak sonuçlar çok umut verici.”

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

çeviri | Kaliforniya Üniversitesibaşlık GÖRSELi | ESA/MARS EXPRESS

Mars’ta Metan Yapmak Read More »

Teoriler Kanıtlanmamış Fikirler Midir ?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 09.01.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortlama Okuma Süresi: 4 dakika

        Bilim, evrenimiz içerisindeki her şeyi inceleyip neden-sonuç ilişkileri kuran sistematik disiplinler bütünüdür. Evrenimizdeki olguları açıklarken deneysel ve gözlemsel yöntemler kullanır. Bu yöntemler dahilinde edindiğimiz bilgilerin kesin ve geçerli olduğundan emin oluruz ve evrenimizin nasıl çalıştığını, ulaşmak istediğimiz sonuç için neler yapmamız gerektiğini bize söyler.

        Bilgileri bize dogmatik bir şekilde değil, izlediği sistematik yolların bir sonucu olarak denklem ya da formül olarak adlandırdığımız, yöntemler sunarak yapar. Bu yöntemlere ulaşmak için izlediği yollara okulda da öğretilen en basit ismiyle “bilimsel araştırma basamakları”dır. 

        Tam bu  noktada bazen yanlış bilgiler daha kolay kavransın diye öğretiliyor. Daha sonra ise doğrusunu anlatılsa da bilgi kirliliğine neden oluyor ve akıllarda yanlış olarak kalabiliyor. Bu yazımda bilim dünyasının kabul ettiği ve literatürde kullandığı teori tanımının aslında ne olduğundan bahsedeceğim.

        Merak ettiğimiz bir olguyu anlamak için ilk önce soru sorarız ve verdiğimiz ilk tahmini cevabımız bizim hipotezimiz olacaktır. Bu noktada bilim insanları araştırma yaparken bu hipotezlerini doğru varsayarak deneyler yaparlar. Buna araştırmacı ön yargısı denir. Sorunu iki bilinmeyenli durumdan tek bilinmeyenli hale getirdiğinden dolayı hızlı sonuç almak için önemlidir.

        Yapılan gözlem ve deneyler sonucunda bu hipotez ya değiştirilir ya da doğruluğu kanıtlanana kadar test edilir. Eğer çürütülecek sonuçlar çıkmazsa araştırılan olgunun açıklaması olarak kullanılırlar. Bu hipotezlerle diğer bilim insanları çalışmalar yaparlar ve hipotezlerin sonuçlarını evrenin yasası olarak kabul ederler. Söz gelimi kütle çekim kanunu maddelerin birbirini çektiğini ve aralarındaki çekim kuvveti ilişkisinin kütlelerin büyüklüğünün birbirlerine olan uzaklıklarının karesiyle ters orantılı olduğunu belirtir. Bu ilişki “Ters Kare Yasası” olarak da bilinir. Yani evren yasaları bize sadece havadan bırakılan elmanın yere düşeceğini söyler ama bunun nasıl olduğunu açıklamaz. Kapsamlı açıklamayı, yasaların yöntemlerini oluşturan hipotezlerin bir araya gelmesiyle oluşan teoriler yapar. Bu yüzden “Kütle Çekim Yasası”nı açıklamak için “Kütle Çekim Teorisi”ni kullanırız.

Kısaca bahsetmek gerekirse teoriler sadece bir tahmin, denenmemiş bir düşünce değil; birçok deney, gözlem, veya diğer yasalar ile ilişkileri ile test edilmiş ve bu testleri geçmiş evren yasaları olarak kabul edilen sonuçların açıklamalarıdır. 

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Kütle Çekim Yasası | The Principia: Mathematical Principles of Natural Philosophy

Ters Kare Yasası | wikipeida.org

BAŞLIK GörseLİ | Karsten E. Zegwaard The University of Waikato · Work-Integrated Learning Unit CHP BSc MSc(Tech) PhD

 

Teoriler Kanıtlanmamış Fikirler Midir ? Read More »

Kıvrılabilir Ekran Teknolojisi – OLED

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 08.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

        Kıvrılabilir ekranlar aslında uzun zamandır hayatımızdalar. Samsung’tan kenarları kıvırtılmış telefon ekranlar, LG’den bükülmüş televizyonlar ve Apple, Iphone X ile beraber bu teknolojiyi kullanmaya başladı fakat şu anda rekabet başka boyutlarda: Katlanabilir Ekran. Peki nedir bu katlanabilir, kıvrılabilir ekranlar? Neden önemliler?

        Çoğu cihazda LCD ekranlar bulunur. LCD (Liquid Crystal Display) ekranlar bir cam anodunun üzerinde panel ve onun üzerinde de yine cam olarak üç katmandan oluşuyor. Bu yapısı sebebiyle arka camda eğilip bükülmeyle kırılabilir. Kırıldığı için de ekran yapısı bozulur ve görüntü gelmez. Ekranın kıvrılabilmesini sağlayan ekran türünün adı OLED’tir. 

        OLED ekran nedir? OLED (Organic LED) ekran dört katmanda oluşur: Anot, Organik İletken, Organik Salım ve Katot. OLED ekranların temel çalışma prensibi, akım katottan anoda geçerken aradaki organik tabakaların ışık şeklinde enerji salmasıdır.

OLED Ekran Katmanları

                                                                         

        OLED ekranda, ekranın ışık yayan kısmı olan pikseller aslında ekranın içine gömülüdür yani ledler bir camın arkasından yansıtılmıyor direkt olarak kullanılan materyalin içindedirler. OLED ekran teknolojisi ilk kullanılmaya başlandığında anot cam materyalinden yapılıyordu. Esnek ekranlar cam yerine plastik kullanılanlardır. Kullanılan plastiğin esnekliğine ve kırılma direncine bağlı olarak da ekranları kıvırabiliyorlar.

        Şu anda kullanılan telefonların çoğu OLED ekran kullansa da en üst tabakaya ekranı darbelerden ve sudan koruyacak bir cam ekliyorlar. Bunun sebebi OLED ekranların su ile temas anında yapısının bozulmasıdır. Bu sebepten dolayı da hareketli bir sistem yapılamıyordu. Yeni tanıtılan teknolojilerle beraber (Samsung Galaxy Fold, Huawei Mate X, Motorola RAZR) bu sorunu ortadan kaldırmış gibi gözüküyor. Aktif kıvrılabilir yani katlanabilir bir ekran plastiği üretebildiler yani aslında siz eğer o telefonları kullanacaksanız ekrandaki cama değil direkt olarak ekrana dokunuyor olacaksınız. Yine de sorunlar bitmiş değil, hala ekranların katlanma açısı büyük ve fiziksel menteşeler kullanılıyor.


Katlanma Görselleri
Kıvrılabilir ekranlar neden önemli? Bu ekranları sadece cep telefonları üzerinde kullanılabilir gözüyle bakmak büyük bir yanlış olur. Uzun bir süredir var olan E-Kâğıt teknolojisinin OLED ekranlarla birleşmesi, giyilebilir teknolojiler ve rulo şekline getirebileceğiniz ekranlar teknolojiye yeni bir soluk ve bakış açısı getirecek.

 

 

KAYNAKÇA  & İLERİ OKUMA

OLED | ossıla

Oled ekran katmanları | osılla

KATLANMA Görselİ | GOOGLE PATENTS

BAŞLIK GÖRSELİ | LG

Kıvrılabilir Ekran Teknolojisi – OLED Read More »

Scroll to Top