Notit

Biyoloji

Dünya’nın En Hızlı Hayvanı

[Science Focus yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir.]
Tarih: 14.04.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

Hepimiz Dünya’nın en hızlı hayvanını merak etmişizdir. Fakat hayvanlar alemi öyle geniştir ki her geçen zaman yeni bir şeyler keşfediyoruz. Hayvanlar alemi bizi her gün şaşırtmaya devam ediyor. Kimi hayvan avlanmak için kimileri de avcılardan kaçmak için hızlanma kabiliyetlerini kullanıyorlar. En hızlı kara hayvanının çita olduğunu hepimiz duymuşuzdur. Aslında bu bir bakıma doğru, bir bakıma ise yanlış.

Peki nasıl?

Karadaki en hızlı hayvan ödülünün sahibi tabii ki çita! Üstelik hızları 120 kilometreye kadar çıkabiliyor. Fakat bu noktada başka bir bakış açısına ihtiyacımız var. Vücut büyüklüğüne göre hız! Yetişkin bir çitanın vücut uzunluğu 1.1 ile 1.6 metre arasındadır. Bir çitanın en yüksek hızı saatte 120 kilometre yani saniyede yaklaşık 30 metredir. Bu da saniyede uzunluğunun yaklaşık olarak 20 katı mesafe kat ettiği anlamına gelir.

Bu noktada vücut büyüklüğüne göre Dünya’nın en hızlı hayvanı çitalar değildir. Çünkü Güney Kaliforniya’nın kaldırımları ve kayaları arasında yaşayan, susam büyüklüğünde bir akar (Paratarsotomus Macropalpis) saniyede 322 vücut uzunluğuna ulaşan bir hıza sahiptir. Bu da saatte 2000 kilometre hızla koşan bir insanın hızına eşdeğerdir. Usain Bolt’tan 20.000 kat daha küçük ve 40 kat daha hızlıdır.

Akar Görseli

Bu akarın hızlı olduğunu düşünüyorsanız yanılabilirsiniz. Bilim adamları akarın avının daha da hızlı olabileceğinden şüpheleniyorlar, ancak yakalanması zor olan hayvanın kimliği henüz belirlenemedi veya kameraya yakalanmadı.

Diğer kategorilerde Dünya’nın en hızlı hayvanları:

Merlin Balığı – Saatte 130 kilometre

Merlin Balığı Görseli

Denizlerin en hızlısı da 4,5 metrelik boyu ve 750 kiloya yakın ağırlığı ile merlin balığı.

Bayağı Doğan – Saatte 389 kilometre

Doğan Görseli

Göklerin kralı ise bayağı doğan. Avına kilitlendikten sonra öyle bir dalışa geçiyor ki, hızı saatte 389 kilometre hıza kadar çıkabiliyor.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

 

çEVİRİ | SCIENCE FOCUS

bAŞLIK GÖRSELİ | SCIENCE FOCUS

Akar Fotoğrafı | ScIence FOCUS

Merlin Balığı Fotoğrafı | WallPAPERBETTER

Doğan Fotoğrafı | WIkıpedıa

 

Dünya’nın En Hızlı Hayvanı Read More »

Astroloji Yaşamın Sırrı Mı ?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 06.03.2021
Yazar: Emre Sezer
Editör: Sercan Çolak
Ortalama Okuma Süresi: 8 dakika

Hayır. Astroloji Sahtekarlıktır! 

Şimdi bakalım şu astroloji meselesine. Yazının tamamını okuyacak zamanı olmayanlar ama sorunun cevabını merak edenler için cevabı verdiğime göre şimdi bu cevabı biraz kurcalayalım. Astrolojinin söylediği her cümleyi tek tek analiz edebiliriz ama yazı kısa olması için özet geçeceğim.

Astroloji nedir, nasıl ortaya çıkmıştır?

Astroloji, kelime tanımı olarak eski yunanca “astro” ve “logos” kelimelerinden gelmektedir. Yıldız bilgisi olarak çevirebiliriz. Ama yıldız bilimi ile uğraşan benzer kelime olan astronomi ile karıştırılmaması gerekmektedir. Astroloji, Astronomi veya astrofizik gibi bilim alanlarının araştırıp, teoremler ortaya attığı, matematiksel denklemler ile kanıtladığı gibi yıldızlarla ilgilenmez. Kanıtlamak yerine ortaya çıktığı ilk zamanların teknolojik gereksinimlerini referans göstererek ortaya atılan iddiaların kanıtlayanmacağı için iddialarının kendisine “astrolog” diyen insanların uydurmadığını, yıldızlardan gelen bilgiler olduğunu savunmak ve böylece yalanlarını insanlara daha kolay empoze edebilmek için bu ismi kullanmışlardır. 

Astroloji, başlarda masalların ortaya çıktığı ilk yerde yani Mezopotamya’da karşımıza çıkıyor. Buradan ticaret yolları sayesinde diğer coğrafyalara kadar yayılıyor. Çin, Eski Yunan ve Mısır medeniyetlerinde en popüler astroloji görüşleri karşımıza çıkıyor. Şu anda yaygın olarak kabul gören astroloji tanımları da Eski Yunan’da gelişen astrolojinin devamı olsa da diğer medeniyetler kendi astroloji kültürlerini hala devam ettirmekte.

Astrolojinin çıkış amacı bilimin gelişmediği toplumlarda insanların kolay yoldan diğer insanlara karşı üstünlük kurma çabasıdır. Bunun benzer bir örneği simyada da görüyoruz. Günümüzde bilim insanlarının yaptığı çalışmalar sayesinde enerji dönüşümleri, kütle çekim yasası gibi evrenin geçerli kanunlarını ve biz istesek de istemesek de gerçeği değiştiremeyeceğimizi, gözlem ve yorumlarımızla kullanabileceğimizi biliyoruz.  Bu gerçekler ile astrolojinin iddialarını inceleyebiliriz.

Astrolojide Kehanet

Astroloji iddia ettiği üzerine Dünya dışındaki gezegenlerin dünya perspektifinden bakıldığındaki hareketleri ile insanların geleceklerini veya olayların gidişatını önceden bildiklerini iddia ediyorlar. Şimdiye kadar önceden bilinmiş herhangi bir olay kayıtlara geçmemiştir. Her yılın sonunda gireceğimiz yeni yıl için astrologlar; “Bu yıl çok kötü geçecek.”,”Çok iyi geçecek.” gibi yorumlarda bulunurlar. Bu yorumlar sistematik değildir. Bu yorumlar genel olduğu için her yöne çekilebilir. Siz de yazı tura gibi iki ihtimalli durumlar için iki ihtimalinde önceden olabileceğini söylerseniz kesinlikle birini bileceksiniz. Bu ihtimaller üzerine gerçekçi çalışma yapmak isterseniz astrolojiyle değil istatistik bilimiyle ilgilenebilirsiniz. Çünkü astroloji; gök cisimlerine bakarken perspektif, büyüklük, ışık hızı gibi gerçekçi hiçbir parametreyi hesaba katmaz.

Burçlar

Burçlar yine Dünya perspektifinden bakıldığında Güneş’in insanların daha öncesinde yollarını bulmak için uydurduğu takımyıldızlarının önüne geldiği tarihte doğan insanla eşleşen ve sonrasında bu hareketlerin insanların kişiliğini ve hayatını etkilediklerini iddia etmesidir.

Diğer astronomik cisimler doğum anınızda veya sonrasında hayatınızı etkilemezler. Kütle çekim yasasından bunu biliyoruz. İnsanlar yaptıklarının sorumluluklarını almamak için, yardımı yoktan bekledikleri için uydurdukları bir sistemdir. “Mars geriye gidiyor akrep burcu bu hafta sinirli olabilir!” gibi cümlelerin hepsi yanlıştır. Mars geriye gitmez Dünya’nın yörünge çapı Mars’tan daha dar olduğu için Dünya dönerken Marsı geçer ve bağıl yörünge hızlarından dolayı Dünya’dan bakıldığında Mars geriye gidiyormuş “gibi” görünür. Bu olay sizi sinirli yapmaz. 

Bu örnekleri arttırabiliriz ama yazıyı daha uzun tutmamak için son örnek olarak astrolojinin daha en başından yanlış bir sistem üzerine kurulu olduğunu ve bu yüzden sonrasında söylediği her şeyin yalan olmasından bahsedeceğim. 

Astrolojinin size iddia ettiği burcu kabul ediyorsanız ve eğer kendinizi o burç ile ilgili söylenenler gibi hissediyorsanız, artık hissetmenize gerek yok çünkü burç tarihleri yanlış! Basit bir matematikle 12 aylık Dünya yılını 12 takım yıldızına bölmüşler. Eğer bu gerçekse aynı hesabın diğer gezegenler için de çalışması gerekir ama her gezegenin Güneş etrafında dönüş süresi ve konumu Dünya’dan farklıdır. Güneş Sistemi’nde olmayan gezegenleri de unutmamak gerekir. Buna göre insanların sadece 12 farklı karakterde olması gerekir. Aynı şekilde İnsan dışındaki canlıların da 12 farklı karakteri olmalıdır. Tekrardan söylemiş olayım. Bu sistem daha takvim aşamasında yanlış olduğu için bu sistem üzerine söyledikleri her şey de yanlıştır! Bu sistem yanlış çünkü her takım yıldızı Dünyadan bakıldığında aynı alanı kaplamıyor bu yüzden Güneş her takım yıldızında aynı sürede kalmıyor, bu da tarihleri aktif bir şekilde değiştiriyor. Ayrıca arada astrolojinin görmezden geldiği “Ophiuchus” yani “Yılancı” takımyıldızı da var. Bütün bunlarla gerçek tarihlere baktığımızda açıkça bunu görebiliyoruz.

Takım Yıldızlarının Gerçek Tarihlerinin Karşılaştırması

Yazıyı artık sonlandırmak ve toparlamak gerekirse astroloji daha en baştan kendi uydurduğu sistemle ve gerçekle çelişiyor ve onun üzerinde söylediği her şey genel yoruma açık söylemlerdir. Bu yüzden daha fazla örnekle yazıyı uzatmak istemedim. Dilerseniz siz de bilimsel gerçekler ile astrolojiyi karşılaştırabilir ve yanlış olduğunu kanıtlayabilirsiniz. Eğer bir kişi ortaya bir iddia atıyorsa o iddiayı kanıtlamakla sorumludur. Eğer iddiası söylediği yöntemler ile kanıtlanmıyorsa o iddia gerçek değildir. Astroloji için zaten tersini basit bir matematikle bile kanıtlayabilirsiniz. Yalan olan bir bilgi doğruymuş gibi kanıtsız bir şekilde insanlara empoze edilmeye çalışılıyorsa orada bir sahtekarlık vardır. Astroloji işte bu yüzden sahtekarlıktır!

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Astronomi | Wikipedia

Astrofizik | Astrophysics in a Nutshell Second Edition By Dan Maoz · 2016

Astroloji tarihi | WiKipedia

Simya | Wikipedia

Kuyruklu yıldız | WIkipedia

Halley kuyruklu yıldızı | Wikipedia

Ophiuchus | Wikipedia

Takımyıldızlarının gerçek tarihleri Karşılaştırılması görseli | Sun’s entry into zodiac constellations, 2021 Posted by Bruce McClure in ASTRONOMY ESSENTIALS | December 28, 2020

Masallar | Wikipedia

ASTRONOMICAL CALENDAR 2021 | 2020 by Guy Ottewell

Başlık görseli | Bumbibanane, blenderartists.org

Astroloji Yaşamın Sırrı Mı ? Read More »

Yeni Su Ayısı (Tardigrad) Türü

[New Atlas yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 02.03.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Tardigrade, aşırı sıcaklık ve basınç hatta uzay boşluğu gibi başka türlü ölümcül koşullara dayanmak için benzersiz bir kış uykusu formu kullanan, doğanın en zorlu hayvanlarından biridir. Bilim adamları şimdi, ölümcül UV radyasyonuna karşı kendini korumak için bir tür floresan kalkan kullanarak bu hayatta kalma araçlarını genişleten yeni bir tardigrad türü keşfettiler.

Su ayıları veya yosun domuz yavruları olarak da bilinen tardigradlar, inanılmaz dayanıklılıkları ile bilim adamlarını şaşırtmaya başlayan mikroskobik yaratıklardır. Beş büyük yok olma olayının hepsinden sağ kurtulan, okyanusun dibindeki ezici kuvvetlere dayanabilen ve yiyecek, su veya oksijen olmadan da bir süre yaşayabilen türden biri oldukları düşünülüyor

Bunu, vücutlarını, iç organlarını yeniden düzenleyecek şekilde sıkıştırarak ve derin bir askıya alınmış animasyon durumuna girerek yaparlar. Bu, esasen onları dondurur ve kış uykusundan çıkmaları için koşullar güvenli hale gelene kadar onları ölümcül tehditlerden korur. Bu numara o kadar etkilidir ki, 2017’de Harvard önderliğindeki bir çalışma, tardigradların Güneş’imizin öldüğünü görmek için yaşayabileceği sonucuna vardı.

Indian Institute of Science’daki bilim adamları, tardigradlar tarafından kullanılan hayatta kalma mekanizmalarını araştırıyor, bölgeden örnekler topluyor ve onları aşırı koşullara maruz bırakıyor . Deneylerden birinde ekip, tardigradları dakikalar içinde bakterileri ve yuvarlak kurtları öldürmek için yeterli dozlarda mikrop öldürücü bir UV lambasına maruz bıraktı.

Hypsibius exemplaris adı verilen bir tardigrade türü biraz daha uzadı ve UV ışığına yaklaşık 15 dakika maruz kaldıktan sonra hayatta kaldı, ancak başka bir gizemli tardigrade türü bağışık görünüyordu. Bu kırmızımsı kahverengi türün tüm örnekleri ışıktan kurtuldu ve hatta yaklaşık yüzde 60’ı 30 gün daha yaşayacak şekilde dört kat daha güçlü bir dozla muamele edildi.Bu yeni ve ilgi çekici tür, yosun kaplı beton bir duvarda yaşarken bulundu. Ters floresan mikroskobu kullanılarak yapılan daha ileri araştırmalar, bu kırmızımsı kahverengi su ayılarının UV ışığına maruz kaldıklarında aslında maviye döndüğünü ortaya çıkardı.

Bilim adamları, bunun nedeninin cildin altında bir kalkan görevi gören, normalde öldürücü olan UV ışığını emen ve onu zararsız mavi ışığa dönüştüren bir dizi floresan pigment olduğunu keşfettiler. Araştırmacılar aslında bu pigmentleri çıkarıp UV ışığı altında hayatta kalma oranlarını ikiye katlamak için Hypsibius exemplaris tardigrades ve C. elegans solucanlarına aktarmayı başardılar .

Ekip, bu yeni tardigrade türünün, Hindistan’ın tropikal güneyindeki amansız güneş ışığı ile başa çıkmanın bir yolu olarak bu temiz UV-hayatta kalma kalkanını geliştirmiş olabileceğine inanıyor.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | NEW ATLAS

Başlık Görseli | NEw atlas

Yeni Su Ayısı (Tardigrad) Türü Read More »

Mars Tarlası

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 27.02.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 8 dakika

        Uzayda Gargantua gibi bir astrofizik cisminin her şeyi nasıl yediğinden bahsetmiştik. Eğer okumadıysanız “Kurgulardaki Bilim” serimizin Gargantua hakkındaki yazılarına buradan ulaşabilirsiniz. Peki, uzayda biz ne yiyeceğiz? Bu yazımda “The Martian” (Marslı) yapımındaki “patates kolonisini” analiz ederek bu soruyu cevaplandırmaya çalışacağım.

        The Martian’da, Mars gezegeninde mahsur kalan Watney yiyecek üretmek için Dünya’dan getirilen patatesleri kullanarak kapalı sistem içerisinde patates tarlası kuruyor. Bunun mümkün olup olmadığını analiz etmek için hızlıca birkaç konuya değineceğim.

        Patateslerden başlayalım. Patates bilimsel olarak “Solanum Tuberosum” olarak sınıflandırılan bir bitki türüdür. Toprak altında yetişir ve yumruları insanlar tarafından kızartma, püre, kumpir gibi çeşitli şekilde yeniliyor. Patatesler vejetatif olarak ürerler. Yani yenilen yumruları uygun ortam koşulları sayesinde genetik olarak kendisiyle aynı yeni patatesler ürer. The Martian’da olduğu gibi uygun ortam koşullarında patatesleri toprağa gömerek yeni patatesler üretilebilir. Bu kesinlikle mümkündür.

The Martian-1

      Mars toprağı patates vb. diğer bitkilerin yetiştirilmesi için ne kadar elverişlidir?

        2008 yılında Nasa’nın Phoenix kondusu tarafından gönderilen veriler sayesinde Mars toprağının magnezyum, sodyum, potasyum ve klorür içerdiğini biliyoruz. Bu maddeler organik bileşenlerin var olması için önemlidir. Toprakta elementlerden daha önemli hayati bir etken daha var o da bakteriler. Bakterilerin hepsi zararlı değildir, hatta bazı bakterileri canlılık için olmazsa olmaz diye de sayabiliriz. Bitkiler için de durum böyle. Çoğu canlı yüzeyde bulundukları gibi bitkilerin köklerinde de yararlı bakteriler bulunur. Bitki köklerinde bulunana bu yararlı bakteriler bitkilerin gelişmesinde, canlı kalmasında önemli görev üstlenirler. Şu an için Mars’ta bulunan herhangi bir bakteri olmadığı için bu konu hakkında net bir şey söylemek mümkün değil. Ama bu konuda araştırma yapan ekipler var.

        Indigo Agriculture adlı şirket bu konuda çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalarıyla, her bitkide yararlı bakterilerin var olduğunu ve bakterilerin tarım için büyük potansiyel taşıdıkları gösterildi. Wageningen Çevresel Araştırma ekibi de Mars toprağına yakın bir toprak simüle ederek bitki yetiştirilip yetiştirilemeyeceğinin deneylerini yaptılar. Bu deneyler kapsamında domates, turp, kinoa, bezelye, ıspanak gibi bitkileri kullandılar. Deneylerin sonucunda simüle ettikleri topraklarda başarılı sonuçlar aldılar.

Indigo-Agriculture-Samples

        Tabii Mars’ta patates vb. bitkiler yetiştirmek istiyorsak toprak tek etken değil. Toprakla beraber atmosfer koşullarının da önemi var. Mars’ın atmosferi oldukça ince ve soğuktur. Bu şartlar bitkilerin yetişmesi için olumsuzluk ifade etsede, ayrıca aylar süren fırtınalara da sahiptir. Bu fırtınalar sonrasında yeni filizlenen bitkilerin köklerinin henüz sağlam olmamasından dolayı yerlerinden koparak ölebilirler. En iyi ihtimalde üzerleri toprakla kaplanacaktır. Bu fırtına süresince yeterli ışık miktarını da alamayacaklardır. 

        Bu etkenlerden ayrı bir şekilde “su” konusuna değinmek istiyorum. Mars konumu ve eksen eğikliği göz önünde bulundurularak şu anda yüzeyinde sıvı bulundurmuyor. Su yatakları ve kutup bölgelerinde donmuş su kütleleri bulunsa da henüz araştırmalar tam olarak netlik kazanmış değil. Nasa, Mars buzulları ile ilgili yaptığı çalışmada buzulların eridiği zaman Mars’ın yüzeyini kaplayarak 11 metre derinliğinde okyanus oluşturacağını hesapladı. 

        Bütün bilgiler ışığında yazının başına geri dönersek; Watney karakterinin yaptığı gibi kapalı ortam koşullarında Dünya atmosferini, ışık, basınç, nem gibi etkenler ile, simüle ettiğimiz bir ortamda insan dışkısını kullanarak Mars toprağını bakteri gibi organik bileşenler kazandırabiliriz. Böylece patates vb. bitkilerin üremesi için gerekli ortam koşullarını oluşturabiliriz. 

        Her şey yolunda gittiğinde Mars tarlamız Watney’in yaşadığı gibi kapalı ortam içerisinde meydana gelebilecek patlama ile tarlamız zarar gördüğünde oluşan açıklığı halat, bant ve muşamba ile onarabilir miyiz? Onarabiliriz. Marsın atmosferinin ince olduğunu biliyoruz. Kapalı sistemimizin içerisinde Dünya koşullarını simüle ettiğimiz için bant ve halatların gücünden daha güçlü basınca ihtiyacımız olmayacak. Tabii bu yöntem Marsta olduğumuz için en güvenli yöntem değildir. Ama aklımızın kenarında bulunsun.

        The Martian’ın Mars tarlası için bilimsel kaynaklara dayandığını, iyi analiz ile kurgulandığını söyleyebilirim. Ek olarak The Martian filmin jenerik bölümünde çalan Freddie Perren ve Dino Fekaris tarafından yazılan Gloria Gaynor’un söylediği “I Will Survive” Şarkısının Ajda Pekkan’ın “Bambaşka Biri” olarak türkçeye çevirdiği versiyonunu da dinlemenizi tavsiye ederim.

 

Ajda Pekkan – Bambaşka Biri

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA & DİNLEME

Mars’ta bitki yetişir mi | NotitPatates | WikipediaVejetatif Üreme | WikipediaPeriyodik Tablo | ptable.comFood for Mars and Moon | WagenIngen EnvIronmental ResearchBitki Probiyotik Bakteriler: Bitkiler Üzerindeki Rolleri ve Uygulamalar | Çiğdem KüçükPlant probIotIc bacterIa: solutIons to feed the world | Esther Menendez & Paula Garcia-FraileIndigo Agriculture | Indigo Agriculture

Indigo Agriculture | WikipediaDünya Atmosferi | WikipediaMars Atmosferi | WikipediaMars | WikipediaMarstaki Su | WikipediaMars Buzulları | NASAI Will Survive | Gloria GaynorBambaşka Biri | Ajda PekkanBaşlık Görseli | The MartIan (Film)The MartIan-1 Görseli | The MartIan (Film)Indigo-Agriculture-Samples Görseli | IndIgo AgrIculture

Mars Tarlası Read More »

Bütün Hayvanların Zehri Aynı Mıdır?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 21.02.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

        Doğada birçok canlı türünde avcılarına karşı kendini korumak için zamanla özel yetenekler evrimleşmiştir. Aynı şekilde birçok canlı türünde de avlanmak için özel yetenekler evrimleşmiştir. Bu özelliklerden bir tanesi de zehir özelliğidir. Dilimizde sadece “zehir” kelimesi ile ifade edilse de aslında özelliklerine göre farklı şekillerde tanımlanmıştır ve farklı isimlendirilmişlerdir. 

        Zehrin tanımına baktığımızda TDK tarafından “Organizmaya girdiğinde kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyı öldürebilen madde.” olarak tanımlanmıştır. Zehrin canlı organizmada var olduğu hali için de “toksin” kelimesi kullanılıyor. Bunun dışında konuyla alakalı TDK onaylı başka bir kelime yok. Peki bu kelimeler zehri tanımlayabilmek için yeterli mi? Hayvanlardaki zehri göz önünde bulundurduğumuzda iki farklı durumla karşılaşıyoruz. 

İlk Durum “Venomous”

       “Venomous”, Canlının ısırma veya sokma benzeri hareketi ile hedef canlının derisi delinerek belli bir açıklıktan kanının içerisine fışkırtılarak gerçekleştirilen durumda toksin özellik gösteren maddeyi ifade eden tanımlamadır. “Venomous” hayvanlara en yaygın olarak bilinen Wagner engereği, Sarı akrep örnek olarak gösterilebilir. Bu özellik genelde avcı olan hayvanlarda avlanmak için evrimleşmiştir. Bu hayvanların zehirleri insanlar için ölümcül olabilir.

İkinci Durum “Poisonous”  

       “Poisonous”, canlının derisinde salgılanan zehirdir. Bu hayvanlara karşı yapılan dokunma, ısırma gibi eylemler sonucunda zehrin bu eylemi gerçekleştiren canlının vücuduyla temas etmesi halinde vücudu tarafından emilerek, vücudunda toksin özellik gösteren maddeyi  ifade eden tanımlamadır. “Poisonous” hayvanlara zehirli ok kurbağası örnek olarak gösterilebilir. Bu özellik canlının kendini avcılardan koruması için evrimleşmiştir. Bu hayvanların zehirleri insanlar için ölümcül olabilir.

     

Bu iki farklı durum toksin maddeyi ifade etse de birbirlerinden farkları vardır ve bu farklar göz önünde bulundurularak doğru tanımlama yapılması için başka dillerde farklı kelimeler ile ifade edilmektedir. Karşılaştığınız hayvan “venomous” veya “poisonous” olması farketmeksizin temastan kaçınılmalı ve güvenli bir şekilde o bölgeden uzaklaşılmalıdır. Sizce “venomous” ve “poisonous” kelimeleri için hangi Türkçe kelime kullanılmalıdır?

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ZEHİR | TDK

Venom | Oxford Learners DIctIonarIes

PoIsonous | CambrIdge DIctIonarY

Venom | WIKIPEDIA

Yılan Zehri | WIKIPEDIA

YILAN ZEHRİ | REPTILE PARK

YILAN ZEHRİNİN EVRİMİ | WIKIPEDIA

ZEHİRLİ OK KURBAĞASI | PhenotypIc and GenetIc DIvergence In Three SpecIes of Dart-PoIson Frogs WIth Contrasting Parental BehavIor

GÖRSEL İKONLAR | FLATICON

Bütün Hayvanların Zehri Aynı Mıdır? Read More »

Yapay Zekaya Yönelik Göz: İnsan Retinasını Taklit Eden Optik Cihaz

[Science Focus yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 01.02.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Yapay zekamız bir insan beyni gibi düşünebiliyorsa, neden onu normal bir bilgisayar gibi verileri besliyoruz? Bilim adamları, aldığımız duyusal girdiyi dikkate alarak bu soruyu ele alıyor ve insan gözünün işleyişinden ilham alan optik bir cihaz geliştirdiler. Oregon’daki araştırmacılar, robotik bileşenleri çok daha verimli hale getirebilecek optik sensörler hakkındaki araştırmalarını yayınladılar.

Normalde güneş pillerinde kullanılan ultra ince ışığa duyarlı perovskit malzeme katmanlarını kullanan bu cihaz, farklı ışık yoğunluklarını algıladığında sinyallerini uyarlar. Perovskitler, pozitif yükler taşıyan metal atomları ve oksijen veya halojenür anyonlarından oluşan, negatif yükler taşıyan ve ilginç bir kafes oluşturan kimyasal maddelerdir. Yapıdaki atomik düzeydeki değişiklikler perovskitlerin elektrik davranışını değiştirebildiğinden, perovskitlerin benzersiz özelliklerini oluşturan yüklü kafes yapısı. Perovskitleri mükemmel yarı iletken yapan, elektriği yalıtmaktan iletken hale getirebilen bu özelliklerdir.

Güneş pillerinden farklı olarak oluşturulan cihazlar sağlanan ışığı enerji olarak depolayıp kullanmaz, bunun yerine değişen aydınlatmaya yanıt verir. Bunu yaparken, bu yeni ‘retinomorfik’ sensörler, ışıktaki değişikliklere göre önlerindeki görüntüyü işlemek için sinyaller gönderir. Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Yardımcı Doçenti Dr. John Labram , başlangıçta arka planda yürüttüğü ve insan beyninin ve gözlerinin nasıl çalıştığını detaylandıran bir biyoloji dersinden ilham aldı. Gözlerimiz ışıktaki değişikliklere duyarlı, ancak sürekli aydınlatmaya daha az duyarlı olan foto reseptörlere sahiptir. Bundan sonra, bu foto reseptörlerin gözlerimizdeki işleme davranışını taklit etmek için potansiyel cihazları çizmeye başladı.

Bu tür değişiklikler genellikle hareketle ilişkilendirilir ve bunu yapay zeka alanı için inanılmaz derecede önemli bir gelişme haline getirir . Bir kumsala baktığımızda, gözlerimiz büyük, kıvrımlı bir dalga veya çiplerimizi çalmak için aşağıya süzülen bir martı gibi değişikliklere çekilir. Bilgiye bu şekilde öncelik vererek çevremizi yorumlamamız daha az zaman alır. Yapay zeka için bu, görsel girdi seviyesinde daha basit, daha verimli işleme anlamına geliyor, yani AI sistemleri şu anda olduğundan çok daha hızlı farklı bilgi türlerini bir araya getirebilir. “Bu sensörlerin nesnelerin hareketini takip eden bir robot tarafından kullanıldığını hayal edebilirsiniz. Görüş alanında sabit olan herhangi bir şey bir yanıt ortaya çıkarmaz, ancak hareket eden bir nesne yüksek voltaj kaydediyor olabilir. Bu, robota herhangi bir karmaşık görüntü işleme olmaksızın nesnenin nerede olduğunu hemen söylerdi ”dedi.

Şu anda, bilgisayarlar bilgileri adım adım alarak girdileri bir dizi veri noktası olarak işlerken, bu teknoloji daha entegre bir sistem oluşturmaya yardımcı olur. Yapay zeka için, araştırmacılar, bilgiyi paralel olarak işleyebilen, iletişim kuran hücreler olan bir nöron ağı içeren insan beynini inşa etmeye çalışıyorlar. Labram’ın araştırması, robotik, görüntü tanıma ve sürücüsüz arabalar için ölçeklendirilme potansiyeli ile bu yönde önemli bir adımdır.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | Science Focus

Başlık Görseli | pixel4k.com

Yapay Zekaya Yönelik Göz: İnsan Retinasını Taklit Eden Optik Cihaz Read More »

Mükemmel İnsan Bedeni Tasarlamak

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 21.01.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Editör: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 10 dakika

        İnsan anatomisi neredeyse çoğu işi yapabilmemize olanak sağlıyor, peki mükemmel mi? Evrimleşen vücudumuz zaman geçtikçe bizi atalarımızdan farklı bir tür haline getirdi ve ortak atamızdan evrimleşen diğer akrabalarımızın yapabildiği bazı özellikleri yitirdik ya da hiç kazanamadık.

        Yaşlandıkça yüksek frekansı işitemeyiz, yemek yerken soluk borumuza yiyeceğimiz kaçarsa ölebiliriz, kalp atardamarlarımız az sayıda ve dar olduğundan biri tıkanırsa ölme riskimiz çok yüksek gibi örnekler verilebilir. Anatomi uzmanı Alice Roberts bu tür sorunları araştırıp hayatımızı kolaylaştıracak bazı özellikleri diğer hayvanlardan kopyalayarak mükemmel insan bedeninin neye benzeyebileceğini ortaya koydu.

İnsan vücudunda bulup değiştirdiği bazı kusurlar:

        Göz Retinası: Işık göz bebeğinden(iris) göze girer ve retinaya çarpar. Retinada bulunan ışık reseptörleri ışığı algılar ve optik sinire nakleder. Optik sinirler retinada son bulduğu için algıladığımız görüntüde bir kör nokta oluşur. Bu alanda fotoreseptör bulunmadığından bu alanda görüntü algılaması yapılamamaktadır. Beyin göremediği bu kör noktayı, gördüğümüz bir cismin etrafındaki bölgeye bakarak, sanal bir görüntü ile tamamlar. Ahtapotların gözleri kör nokta oluşturmadığı için daha gerçekçi görüntü görürler. Alice Roberts bu kusuru çözmek için ahtapotlardaki gözü kullandı.

        Kulaklar: İç kulaktaki minik tüyler yani işitme kılları yenilenmediğinden dolayı yaşlandıkça yüksek frekanslı sesleri işitme yetisini kaybederiz. Bunun üstesinden gelmek için ya saç hücreleri gibi yenilemek ya da kulağa gelen sesi arttırmak gerekiyor. Alice Roberts bu kusuru çözmek için Çok geniş bir frekans aralığını duyabildiği, hareket ve dönme kabiliyeti bulunan büyük bir çift kedi kulağı kullanmayı tercih ediyor. 

        Soluk borusu: Soluk borusu ve yemek borusu yutakta birleşiyor. Bu da yediğimiz şeyin nefes alırken soluk borusuna kaçabiliyor ve boğulma tehlikesine sebep oluyor. Bunu önlemek için soluk borusu ve yemek borusunu ayırıyor. 

        Solunum: Akciğerlerimizdeki hava akışı çift yönlüdür. Havanın girdiği ve çıktığı yer aynıdır. Kuşlarda ise hava karın ve göğüs bölgesindeki hava keselerine doğru nefes alır ve başka bir yoldan geri verirler. Bu sayede karbondioksiti atmak daha kolay hale gelir ve oksijen emilimi artar. Araştırmacı Alice Roberts kuşlarda olan bu özelliği tasarladığı insana aktarmayı tercih etti.

        Kalp: Kalp krizinin en büyük sebeplerinden biri damar tıkanıklığı. Her insanın kalp kasına oksijenli kan taşıyan bir çift koroner atardamara(arter) sahiptir. Bu iki damar arasındaki bağlantı yok denecek kadar küçük. Bir koroner atardamar tıkanırsa, kalp kaslarının bir bölgesi ölümcül bir şekilde hasar alır. Köpeklerde kalp anatomisi daha farklıdır. Köpeklerde arterler arasında bolca bağlantıya sahiptir, böylece kalbe giden damarların birinde bir tıkanıklık olursa diğer damar devreye girebilir. Alice Roberts bu kusuru çözmek için köpeklerdeki damar ağına benzer bir yapı kullandı.

        Omurga: Uzun, esnek bel omurlarımız birçok yönden harikadır ancak dezavantajları da vardır. Bel omurları büyük bir yük taşırlar ve yaşlandıkça, omurlar arasındaki diskleri merkezde tutan bağlar kurur. Disk dışarı çıkabilir ve fıtığa dönüşmüş disk sinirlere baskı yaparak sırt ağrısına sebep olur. Şempanzelerde omurga daha düz ve daha kısa. Ayrıca onlarda leğen kemiği daha kavrayıcı olduğu için omurga daha sabit kalıyor. Araştırmacı “Burada belimi feda ediyorum ancak biyomekanik avantajların buna değer olduğunu düşünüyorum” diyerek yaptığı yeni insan modelinde şempanze omurunu kullandı.

        Doğum: Büyük başlı bebekler yani biz bazı kadınlar için doğumu zorlaştırabilir.Ya keseli hayvanlardan, yavruları erken doğuran ve sonra anneden bağımsız olmaya hazır olana kadar onları bir kese içinde tutan hayvanlardan, evrimleşseydik? Kangurularda yaklaşık fasulye büyüklüğünde bir bebek doğuyor -7 haftalık bir insan embriyosu büyüklüğünde- ve kokuyu takip ederek kesenin içine giriyor. Kesenin içerisinde ise memeye asılıp aylarca buradan besleniyor. Bu özellik insanda olsaydı insanın memeleri kesenin içinde olması gerekir ve bu da çok farklı görünecektir. 

Tasarlanan heykel ve Alice Roberts

        Bacaklar: “Primat bacaklarımızla yürüyebilir, koşabilir ve tırmanabiliriz. İnsan dizi karmaşıktır ve çeşitli şekillerde başarısızlığa eğilimlidir. Bacaklarda oldukça fazla kas kütlesi vardır ve bu da onlar hareket ettirmeyi zorlaştırır” diyen Alice Roberts, yine iki ayaklı ancak koşmada çok iyi olan ve kasları vücudun merkezine daha yakın deve kuşlarından örnek almış. Devekuşlarında ayrıca büyük tendonlar sayesinde de şok emilimi sağlayan bir yapı da vardır. Bu özellikle de insan tırmanma yetisini kaybediyor. 

        Cilt: Soluk cilt güneş yanığına eğilimlidir. Bu da kanser riskini arttırır. “Koyu bir ten tercih edebilirim fakat soluk bir ten de düşük ışıkta daha verimli D vitamini üretimine izin verebilir. İstenildiğinde soluk ve koyu arasında anında renk değiştiren cildi bazı kafadanbacaklılar yapabiliyor. Onlardan bu numarayı ödünç alıyorum” diyerek ekliyor.

        Bu çalışma sonucunda ekleyebiliriz ki; canlıların, ortak atalardan da gelse, üreme, beslenme, korunma gibi ihtiyaçlarının farklı çevre koşullardında üzerlerinde farklı özellikleri geliştiriyor. Bu özellikler canlıları çevre koşullarına daha uyumlu hale getirdiğini ve nesiller boyunca gelişip yavru bireylere aktarılarak, farklı canlı türlerini meydana getirdiğini görüyoruz. Avantaj yaratan bu özellikler aynı türün başka özelliklerini geliştirmemiş gibi gözükse de bu, canlı türde bir özelliğin, diğer özelliklerden daha fazla ihtiyacı olduğunun göstergesidir. Bu çalışma sonucunda oluşturulan “avatar” gibi bir insan modeli daha gelişmiş gibi gözükse de çalışmanın sonucunda araştırmacı insan vücudu üzerinde birçok değişiklik yaparken insandaki başka özelliklerden vazgeçmek zorunda kaldı. Evrimsel sürecin bizi bir sonraki hangi türe evrilteceğini bilmesek de bu değişim bütün canlı türleri için kaçınılmazdır.

        Siz yeni bir insan vücudu tasarlasaydınız vücudunda neyi değiştirirdiniz?

Alice 2.0 Heykeli

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ARAŞTIRMA | ALICE ROBERTSalıce roberts ve heykel GÖRSELLERi | ALICE ROBERTS

APE | AMERICAN ASSOCIATION FOR ANATOMY

KEDİ | Understanding Cats By Shana T.Jenkins, hgtv.com

Ahtapot | Kingston, A.C.N., Kuzirian, A.M., Hanlon, R.T., and Cronin, T.W. (2015). Visual phototransduction components in cephalopod chromatophores suggest dermal photoreception. Journal of Experimental Biology. 218: 1596-1602.Ahtapot | Ramirez, M.D. and Oakley, T.H. (2015). Eye-independent, lightactivated chromatophore expansion (LACE) and expression of phototransduction genes in the skin of Octopus bimaculoides. Journal of Experimental Biology. 218: 1513-1520.

Evrim | On the Origin of Species – Charles Darwin

 

Mükemmel İnsan Bedeni Tasarlamak Read More »

Uzay Neden Önemlidir?

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 16.01.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        İnsanlık olarak gece yıldızları gördüğümüzden beri evrendeki yerimizi ve varlığımızı sorguluyoruz.. Bunun cevabını bulmak kolay değil. Uzaydaki yerimizi bulmak istiyorsak ilk önce içerisinde bulunduğumuz uzayı, evreni keşfetmeliyiz. 

Kitaplardaki tanımı; Evreni kaplayan; Dünya’nın atmosferi dışında ve diğer gök cisimleri arasında yer alan, gök cisimleri hariç boşluğa verilen isim olan Uzay’a, Dünyamızdaki deniz seviyesinden yaklaşık 80-100 km yukarıya çıktığımızda ulaşmış sayılıyoruz.

        Uzay bizim için bu tanımdan daha fazlası. Gezegenimiz Dünya’da var olan her şey öncesinde uzaydaki yıldızların içerisindeki elementlerdi. Bu elementler “Büyük Patlama” sonrasında önce yıldızları oluşturdu ve zamanla yıldızların içerisinden koparak diğer elementler ile bir araya gelerek kendilerinden daha büyük kütleli cisimleri oluşturdular. Bu oluşum süreci biz insanları da kapsıyor. Çünkü Dünya içerisinde var olan biz insanların yapı taşları da uzaydaki yıldızlardan geliyor. Yani gökbilimci Carl Sagan’ın deyişiyle, hepimiz yıldız tozuyuz. Kendimizi “İnsan” diye adlandırıp diğer hayvanlardan soyutlasak bile hepimizin yapı taşları aynı hatta cansız olan nesnelerle bile aynı elementlere sahibiz. Sözgelimi vücudumuzdak elementlere bakacak olaraksak; %65 oksijen, %18 karbon, %9.5 hidrojen ve %3.2 nitrojen ve %4.3 oranında diğer elementlerden oluştuğumuzu görürüz.  Bu elementlerin ilk sentezlendiği yerlerin yıldızlar olduğunu biliyoruz.

 

İnsan Vücudu Elemanları Bileşimi

 

        Bu yüzden şuan evrendeki yerimizi bilmek için, zamanı geriye sarıp evrendeki ilk yerimize gitmeliyiz, yani yıldızlara bakmalıyız. Böylelikle neden, nasıl var olduğumuzu, Dünya’da yaşamın nasıl başaldığını, Dünya dışında başka nerede yaşamın olup olmadığını, Dünya dışında nerede yaşamaya devam edebiliriz gibi soruların cevaplarını bulmuş oluruz. Bunun için de yönümüzü uzaya çevirip araştırma yapmalı, araştırmalarımızı yapabilmek ve daha kesin sonuçlar elde edebilmek için uzay teknolojilerimizi geliştirmeliyiz. 

        Uzay teknolojilerimizi sadece uzaydaki yerimizi öğrenmek için değil bulunduğumuz konumda rahat ve sürdürülebilir bir yaşam için de geliştirmemiz gerekiyor. Önceleri dünyamızın hareketlerini anlamak için uzaya baktık gözlem yaptık ve bu bilgileri hayatta kalmak için kullandık. Sözgelimi binlerce yıl önce hayatta kalmak için yaşadığımız güvenli alandan uzaklaşıp av ararken güneşin kounumuna göre havanın ne zaman kararacağını bildiğimizden gece olup avcılarımız çıkmadan evimize dönebildik ve benzer birçok olayda uzaya bakmak  hayatımızı kurtarmıştır, medeniyetimizin gelişmesinde kilit rol oynamıştır. Gökbilimci Carl Sagan başka bir sözünde bu tür olayları “Modern insanlar astoronomların soyundan geliyor.” diyerek özetlemiştir. 

        Ayrıca kullandığımız uzaktan kumandalar gibi uzayla hiç alakası olmadığını düşündüğümüz birçok teknoloji de uzay çalışmaları ile gelişmiştir ve bu teknolojiler hayatımızda bize daha rahat bir yaşam sunmuştur. Fabrikalarımızı uzaya taşımayı dünyadaki kaynaklarımız biteceği için uzaydaki kaynakları kullanmayı hedefliyoruz. Çünkü dünyamıza iyi davranmıyoruz. Bunun sonucunda Dünya dışında çözümler arıyoruz. Yine bu çözümler için uzayı çok iyi anlamalı, gelişmiş teknolojiler icat etmeliyiz.

        Kısaca uzay, geçmişimizi öğrenmemiz, geleceğimizi daha rahat tasarlamamız için çok önemlidir. Umuyorum uzayı keşfettikçe öğrendiğimiz bilgiler ve geliştirdiğimiz teknolojiler medeniyetimizi olumlu yönde etkiler.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Uzayın başlangıcı | NWS

Uzaktan kumanda | wikipeida.org

insan vücudu elemanları bileşimi | Anne Marie Helmenstine, Ph.D.

insan vücudu elemanları bileşimi görseli: Youst | Getty Images

Başlık Görseli | Hubble Space Telescope | NASA

 

Uzay Neden Önemlidir? Read More »

Diş Eti Hastalığı Kalp Hastalığını, Diyabeti ve Hatta Alzheimer Hastalığını Nasıl Etkileyebilir?

[New Atlas yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 02.01.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        Yeni yapılan araştırma, diş eti hastalığının daha geniş iltihaplı koşullarda nasıl bir rol oynayabileceğini açıklayan bir mekanizma sunmaktadır. Etkileyici yeni bir çalışma, diş eti hastalığının diyabet, kardiyovasküler hastalık ve hatta Alzheimer hastalığı ile nasıl ilişkili olduğunu açıklayan kayıp halkayı ortaya çıkardığını iddia ediyor. Araştırma, periodontitisin tüm vücuda hiperaktif enflamatuar hücreleri yayan sistemik bir bağışıklık tepkisini nasıl başlatabileceğini gösteriyor.

        Şiddetli periodontitis veya diş eti hastalığı uzun süredir gözlemsel olarak daha geniş sistemik hastalıklarla ilişkilendirilmiştir. Kötü ağız sağlığı ile hipertansiyon ve hatta Alzheimer hastalığı arasındaki bağlantılar sıklıkla tespit edilmiştir, ancak ilişkinin nedensel olup olmadığını belirlemek zor olmuştur.

        Şimdi, Toronto Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yürütülen sağlam bir çalışmada, ağız hastalığının bu diğer enflamatuar koşulları nasıl şiddetlendirdiğini gösteren potansiyel bir mekanizma bulundu. Araştırmacılar, nötrofiller olarak bilinen bir tür bağışıklık hücresinin aktivitesini keşfetmeye başladılar. Bu ön hat bağışıklık hücreleri, vücut enfeksiyon veya travma algıladığında üretilir. Diş eti hastalığı durumunda, nötrofiller vücudun doğal bağışıklık tepkisinin önemli bir parçasıdır.

        Başlangıçta bir fare periodontitis modelini kullanan araştırmacılar, akut bir oral enfeksiyonun sadece ağızda değil, hızla nötrofil üretiminin artmasına yol açtığını buldular. Hayvan modeli, kan dolaşımında ve kolonda ve ayrıca ağızda nötrofil aktivitesinin arttığını ortaya çıkardı. Hayvanların kemik iliğinde de yüksek nötrofil sayıları görüldü, bu da oral enfeksiyonun bu bağışıklık hücrelerinin daha geniş sistemik üretimini tetiklediğini düşündürüyor.

        Yeni çalışmanın kıdemli yazarı Michael Glogauer, bu yüksek nötrofil seviyelerinin daha sonra vücutta dolaştığını ve herhangi bir ikincil enfeksiyona saldırmaya hazır olduğunu söylüyor. Ve bu mekanizma, diğer enflamatuar durumları tetikliyor veya en azından şiddetlendiriyor olabilir.

        “Sanki bu beyaz kan hücreleri, birinci viteste olması gerekirken ikinci vitesteymiş gibi.” “[Nötrofiller] sitokinleri çok daha hızlı bir şekilde salgılayarak olumsuz sonuçlara yol açıyor.” diyor Glogauer.

        Çalışmanın ikinci kısmı, insanlarda bu tür gelişmiş nötrofil aktivitesini doğrulamaya baktı. Küçük bir gönüllü kohortu işe alındı ​​ve dişeti iltihabını veya diş etlerinde iltihaplanmayı uyarmak için üç hafta boyunca dişlerini fırçalamayı bırakmaları için yönlendirildi.

        Üç hafta sonra, araştırmacılar çeşitli testlerle sistemik nötrofil aktivitesinin arttığını doğruladılar. Bu anormal bağışıklık belirteçleri, deneklerin normal ağız hijyeni davranışlarına yeniden başlamasından iki hafta sonra kayboldu.

        Baş yazar Noah Fine, “Bunun ağız hijyeninin ilgisiz ikincil sağlık sorunlarına karşı savunmasızlığı etkileyebileceğine inanıyoruz” diyor. “Tüm vücutta nötrofil (bağışıklık) hazırlama, görünüşte farklı olan bu koşulları birbirine bağlayabilir.”

        İlginç bir şekilde, araştırmacılar bu keşfin, son zamanlarda yapılan bazı çalışmaların neden COVID-19 komplikasyonları ile kötü ağız sağlığı arasındaki bağlantıları gösterdiğini açıklamaya yardımcı olabileceğini öne sürüyorlar. Sitokin fırtınaları olarak adlandırılan hiperaktif bağışıklık sistemi aktivitesi, ölüme yol açan ciddi COVID-19 vakalarında rol oynadı. Glogauer, diş eti hastalığının nötrofil aktivitesini artıran bir kişinin şiddetli COVID-19 riskini artıran bir rol oynayabileceğini varsayıyor.

        Glogauer, “Periodontal hastalığı olan hastaların COVID-19 ile olumsuz sonuçlara sahip olma olasılığının çok daha yüksek olabileceğine dair kanıtlar var” diyor. “Nötrofiller, sitokin fırtınalarına neden olma riski en yüksek olan hücrelerdir. Tam olarak gösterdiğimiz hücre, periodontal hastalığı olan insanlarla hazırlandı.”

        Yeni çalışma The Journal of Dental Research’de yayınlandı.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

araştırma | Toronto Üniversitesi

çeviri | new atlas

BAŞLIK GÖRSELİ | NEW ATLAS

Diş Eti Hastalığı Kalp Hastalığını, Diyabeti ve Hatta Alzheimer Hastalığını Nasıl Etkileyebilir? Read More »

Scroll to Top