Notit

Notit

Süper Foton

Maddenin Hali: Bose-Einstein Yoğunlaşması

[Live Science yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 12.02.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Maddenin içinde bulunabileceği beş durum arasında, Bose-Einstein yoğunlaşması belki de en gizemli olanıdır. Gazlar, sıvılar, katılar ve plazmalar üzerinde uzun süredir çalışılırken, Bose-Einstein yoğuşmaları 1990’lara kadar laboratuvarda üretilememişti.

Bir Bose-Einstein yoğunlaşması, mutlak sıfır değerine kadar soğutulan atom grubudur. Bu sıcaklığa ulaştıklarına atomlar birbirlerine göre neredeyse hiç hareket etmezler. İşte bu noktada atomlar bir araya toplanmaya ve aynı enerji durumuna girmeye başlarlar. Fiziksel açıdan özdeş olurlar ve tüm atom grubu tek bir atommuş gibi davranmaya başlar.

Bir Bose-Einstein yoğunlaşması yapmak için dağınık bir gaz bulutuyla başlarsınız. Birçok deney rubidyum atomlarıyla başlar. Daha sonra enerjiyi atomlardan uzaklaştırmak için lazer ışınlarını kullanarak soğutursunuz. Bu işlemden sonra bilim insanları onları daha da soğutmak için buharlaştırmalı soğutma kullanıyorlar. Buffalo Üniversitesi’nde fizik profesörü olan Xuedong Hu, “Bir Bose-Einstein yoğunlaşmasına düzensiz, kinetik enerjinin potansiyel enerjiden daha büyük olduğu bir durumdan başlıyorsunuz fakat onu soğutunca katılar gibi bir örgü oluşturmaz” diyor. Bunun yerine, atomlar aynı kuantum hallerine düşer ve birbirinden ayırt edilemezler. Bu noktada atomalar, fotonlar gibi ayıramayacağınız parçacıklara uygulanan Bose-Einstein istatistiğine uymaya başlarlar.

TEORİ VE KEŞİF
Bose-Einstein Yoğunlaşması teorik olarak ilk defa Hintli fizikçi Satyendra Nath Bose (1894-1974) tarafından öngörüldü. Bose, kuantum mekaniğindeki istatistiksel problemler üzerinde çalışıyordu ve fikirlerini Albert Einstein’a gönderdi. Einstein bunların yayınlanması gerektiğini düşünüyordu. Daha da önemlisi Einstein, Bose’nin hesaplamalarının -daha sonradan Bose-Einstein istatistiği oalrak bilinir- atomlara olduğu kadar ışığa da uygulanabileceğini gördü.
İkisinin bulduğu şey, normalde atomların belirli enerjilere sahip olması gerektiğiydi Aslında kuantum mekaniğinin temellerinden biri, bir atomun veya diğer atom altı parçacığın enerjisinin nedensiz olamayacağıdır. Örneğin elektronların bulunmaları gereken ayrı “yörüngeleri” olması ve bir yörüngeden veya enerji seviyesinden diğerine düştüklerinde belirli dalga boylarına sahip fotonlar vermelerinin nedeni budur. Ancak atomları mutlak sıfır derecesinin milyarda biri kadar soğutunca, bazı atomlar aynı enerji seviyesine düşerek ayırt edilemez hale geliyor.

Bose-Einstein yoğunlaşmasındaki atomların “süper atomlar” gibi davranmasının nedeni budur. Nerede olduklarını ölçmeye çalışıldığında, ayrı ayrı atomları görmek yerine, bulanık bir top görür.

Maddenin diğer durumlarının tümü, adını fizikçi Wolfgang Pauli’den alan Pauli Dışlama İlkesi’ne uyar. Pauli (1900-1958) fermiyonların – maddeyi oluşturan parçacık türleri – aynı kuantum hallerinde olamayacağını söylüyor. Bu nedenle, iki elektron aynı yörüngede olduğunda, dönüşlerinin zıt olması gerekir, böylece toplamları sıfır olur. Bu da, kimyanın bu şekilde çalışmasının ve atomların aynı anda aynı alanda bulunmamasının bir nedenidir. Bose-Einstein yoğuşmaları bu kuralı çiğniyor.

Teori, maddenin bu tür durumlarının var olması gerektiğini söylese de Colorado’daki Astrofizik Enstitüsü’nden (JILA) Eric A. Cornell ve Carl E bir tane yapmayı başararak 2001 Nobel Fizik Ödülü’nü aldılar.
Temmuz 2018’de Uluslararası Uzay İstasyonunda yapılan bir deney, bir rubidyum atomu bulutunu mutlak sıfırın on milyonda birine kadar soğutarak uzayda bir Bose-Einstein yoğunlaşması üretti . Deney şu anda uzayda bildiğimiz en soğuk nesnenin rekorunu elinde tutuyor, ancak henüz insanlığın yarattığı en soğuk şey değil.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | Live Science

BAŞLIK GÖRSELİ | Jan Klaers, University of Bonn

Maddenin Hali: Bose-Einstein Yoğunlaşması Read More »

TÜRKLER UZAYDA

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 10.02.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        Türkiye Uzay Ajansı (TUA), Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin Milli Uzay Programı’nın tanıtımında yaptığı açıklamaların ardından gündeme geldi.

Peki nedir bu Türkiye Uzay Ajansı (TUA) ?

        Türkiye Uzay Ajansı (TUA) 13 Aralık 2018 tarihinde idari ve mali özerkliği ile özel bütçeye sahip olarak,  Millî Uzay Programını hazırlamak ve hayata geçirilmesi için düzenlemeler yapmak amacı ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı tarafından kuruldu. Asli görevi uzay ve havacılık bilimi ve teknolojileri için orta ve uzun vadeli hedefleri, temel ilkeleri ve yaklaşımları, hedefleri ve öncelikleri, performans kriterlerini, bunlara ulaşma yöntemlerini ve tümü için kaynak tahsisini içeren stratejik planlar hazırlamaktır.

        TUA’ya verilen en önemli görevlerden bir tanesi Türkiye’nin Milli Uzay Programı’nı hazırlamak oldu. Bu program 2021 yılı ile 2030 yılı dahil bu yıllar arasında izlenecek yolları, amaçları ve kaynakları belirleyecek. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye Uzay Ajansı ile ilgili yaptığı konuşmada TUA’nın ve Milli Uzay Programı’nın 10 ana hedefini açıkladı.

TUA Tanıtım Görseli
TUA Tanıtım Görseli
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN AÇIKLADIĞI 10 STRATEJİK HEDEF
  1. Ay Görevi: 2023 yılında Cumhuriyetin 100. Yılına özel olarak uluslararası anlaşmalar ile yakın dünya yörüngesinde ateşlenecek milli ve özgün hibrit roket ile Ay’a sert iniş gerçekleştirilecek. Bir sonraki aşamada ise ilk fırlatma bu kez milli roket ile yapılacak ve Ay’a yumuşak iniş gerçekleştirilecek.
  2. Yerli Uydu: Yeni nesil uydular geliştirme ve üretmek için dünya ile rekabet edebilecek ticari bir marka ortaya çıkarılacak. Türkiye Uzay Ajansı uydu ve kaynak gereksinimlerini bu şirketten karşılayacak.
  3. Bölgesel Konumlama: Türkiye’ye ait bölgesel konumlama ve zamanlama sistemi geliştirilecek. Bölgesel Konumlama ve Zamanlama Sistemi kısaca BKZS, bir uydu konumlandırma sistemi ve küresel konumlandırma ve zaman aktarımında Türkiye Uzay Ajansı’nın bir projesidir. Projenin amacı, konumlandırma ve zamanlama bilgilerini mevcut yabancı sistemlerden bağımsız olarak sağlamaktır.
  4. Uzay Limanı: Uzaya erişimi sağlamak için bir uzay limanı kurulacak. Türkiye’nin en uygun fırlatma alanı uygun konuma sahip başka bir ülke içerisinde belirlenip bu noktada fırlatma tesis altyapısı oluşturulacak.
  5. Uzay Meteorolojisi: Uzay meteorolojisi zamana bağlı olarak, uzay ortamındaki değişimin, yer tabanlı teknolojik sistemlere, insan yaşamına ve sağlığına olan etkilerini inceleyen bir disiplindir. Bu alanda yatırım yapılarak uzaydaki yetkinlik artırılacak. Özellikle iyonosfer araştırmaları desteklenecek.
  6. Uzay Nesneleri: Astronomik gözlemler ve uzay nesnelerinin dünyadan takibi konularında yetkinlik kazanılacak. Radyo teleskopları ile bilim insanları uzaydan gelen radyo sinyalleri üzerinde çalışabilecek. Aktif uydular, uzay çöpleri ve asteroidler yerden ve uzaydan izlenecek.
  7. Uzay Sanayisi: Uzaycılık alanında sanayi kümelenmesi ile entegre çalışmalar yürütülecek. Uzay teknolojisi ürünleri ve hizmetleri ihraç edilecek. Yüksek nitelikli insan kaynağı için istihdam oluşturulacak.
  8. Uzay Teknolojileri: ODTÜ ile birlikte yerli ve yabancı yatırımcılarla ev sahipliği yapacak bir uzay teknoloji geliştirme bölgesi kurulacak.
  9. Uzay Farkındalığı: Uzay alanında etkin ve yetkin insan kaynağını geliştirmek amacı ile uzay farkındalığı oluşturulacak.
  10. Türk Astronot: Bir Türk vatandaşı bilim misyonu ile uzaya gönderilecek.

 

Tüm bu stratejik hedefler sayesinde Türkiye’nin uzay alanında görünürlüğü artırılacaktır. Tüm dünyada özellikle SpaceX’in başarıları ile birlikte revaçta olan uzaycılık alanında Türkiye’nin de artık etkin olduğunu görebiliriz. İleriki dönemlerde belirlenen bu stratejik hedefler doğrultusunda uzay artık Türkiye için de ulaşılabilir olacaktır. Bu tür programlar Dünya ile sınırlı kalmayıp uzayın ve evrenin derinliklerine yolculuk ederek hem bilime hem de insanlığın gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

TUA | TÜRKİYE UZAY AJANSI

BAŞLIK GÖRSELİ | TÜRKİYE UZAY AJANSI
TUA TANITIM GÖRSELİ | TÜRKİYE UZAY AJANSI

TÜRKLER UZAYDA Read More »

DIAMOND NANO PİLLER

[NDB Technology açıklamasından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 09.02.2021
Yazar: Süleyman Mansuroğlu
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Diamond nano piller kendi kendine şarj olabilen, bunu yaparken de yüksek güç çıkışı verebilen uzun ömürlü pillerdir. Uzun kullanım demişken binlerce yıldan bahsediliyor. Tipik olarak bir yarı iletken, metal ve seramiğin kombinasyonundan oluşan bu piller iki bağlantı yüzeyi ile yük topluyor. Genel bir pil sistemindeki gibi pozitif ve negatif temas yüzeyi oluşturabilmek için bu sistemlerden bir yığın oluşturuluyor. Bu yığının her katmanı yüksek bir enerji çıkış kaynağından oluşuyor. Bu şekilde sistemin genel verimliliğini arttırıp ürün için çok katmanlı bir güvenlik kalkanı sağlıyor.

Peki elektriği nasıl üretiyor?

 

RADYASYONDAN ELEKTRİĞE

Tüm radyoizotoplarının yüksek miktarda ısı ürettiklerini biliyoruz. İzotopların önceden bahsettiğim katmanların arasında en uygun yerlere yerleştirilmesi, bulunduğu yerdeki tek kristalli elmas nedeniyle de ortaya çıkacak olan esnek olmayan saçılmayı kolaylaştıracaktır. Bu tasarım sayesinde de ısının radyo-izotop tarafından absorbe edilmesini önler ve kullanılabilir elektriğe hızlıca dönüştürülmesini sağlar.

NDB şirketi radyoaktif atıkların geri dönüştürülmesinin pek çok kişinin ilgilenmediği bir konu olduğunu belirterek, pillerde sürdürülebilirliği sağlamak ve güvenli, emniyetli bir ortamda temiz bir enerji kaynağı teşvik etmek için nükleer yakıtı yeniden işleyerek ve geri dönüştürerek yeniden kullanmayı hedefliyorlar. Bor katkılı tek kristalli elmas ile sistemden her yönden yararlanmaya çalışan NDB şirketi alfa ve betanın yanı sıra fazla nötron radyasyonlarının da bor-10 katkısı kullanarak alfa ışınına dönüştürüyor. İnce film yapısı sayesinde esnek tasarım yapısı olan bu piller uygulanacak yere göre her şekil ve biçimde olabilecek bu da pillerin her türlü pazara girebileceğini gösteriyor.

 

ENERJİ ÜRETİMİNDE BU PİLLERİ KULLANMAK GÜVENLİ Mİ?

Piller, bilinen en termal iletken olup aynı zamanda içindeki radyasyonu tutma kabiliyetine de sahip olan poli-kristal elmas tabakasıyla kaplı olacak. Bu malzeme paslanmaz çelikten yaklaşık on iki kat daha serttir. Bu da pilleri kurcalanmaya karşı korumalı ve son derece sağlam hale getiriyor. Pil sistemindeki yüksek enerji kaynağı çalışma sırasında ısı üretecektir. Sistemdeki ısıyı optimum seviyede tutabilmek adına elmas dış kaplamaya termal bacalar yerleştirdiler. Pil sistemi içerisinde nükleer güç kaynağı bulundurmak nükleer yayılma sorununu ortaya çıkarır. Bu sorunu çözmek için de pillerin içerisine güç üretimi dışında kullanımı engelleyen bir iyon yerleştirme yöntemiyle kilit sistemi oluşturdular.

 

NE OLACAK?

Cep telefonları, bilgisayarlar, arabalar kısacası elektrikle çalışan her şey için devrim olabilecek ve gelecekte beklenen yeni teknolojilerden bize bir fikir verebilecek bir girişim. İnsanlığın şimdiki hayatında azımsanmayacak ölçüde büyük bir ihtiyaç olan enerji ihtiyacını karşılayabileceğini düşünüyorum. Pillerin enerji üretiminde nükleer atık yaratmaması küresel ısınma ve atık birikimini önleme konusunda da çok büyük yardımcı olacağından böylesine bir araştırma insanların hayatını kolaylaştıracaktır.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

NANO DIAMOND BATTERY | NDB TECHNOLOGY

BAŞLIK GÖRSELİ | NDB TECHNOLOGY

DIAMOND NANO PİLLER Read More »

Ay’a İniş Fotoğraflarında Neden Yıldız Yok

[Curiosity Daily’de yayımlanan makaleden çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 08.02.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

20 Temmuz 1969’da Apollo 11 astronotları Neil Armstrong ve Buzz Aldrin , Ay’a ilk ayak izlerini koymak için Eagle Lunar Modülünden (zavallı Michael Collins’i geride bırakarak) indi. En azından hikaye bu. Vokal bir azınlık, aya inişin Hollywood’da bir ses sahnesinde çekilmiş ayrıntılı bir aldatmaca olduğuna inanıyor.

Kanıtları arasında fotoğrafların ve video görüntülerinin gökyüzünde herhangi bir yıldız göstermemesi de var. Hollywood yapımcıları komplo konusunda nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirler? Aslında, oldukça sıradan bir açıklama var: Kamera ayarları onları yakalamak için ayarlanmadı.

Doğrudan güneş ışığında bir arkadaşınızın resmini çekmek isterseniz, kamera ayarlarınızı iki şekilde yaparsınız. Çok fazla ışığın içeri girmesini önlemek için lens üzerindeki ışık toplama alanını küçük tutan diyaframı daraltırsınız: parlak güneş ışığında göz bebeklerinizin daralmasının nedeni aynı . Ayrıca deklanşör hızını da artırırsınız, böylece kamera sensörü sadece kısa bir süre ışığa izin verir. Aynı arkadaşınızın gece fotoğrafını çekmek isterseniz, muhtemelen deklanşör hızını yavaşlatır ve diyaframı genişletirsiniz, böylece iyi bir çekim için yeterli ışığa izin verebilirsiniz.

Peki ya arkadaşınız gece aydınlatıldıysa? O zaman fotoğrafında ne istediğini seçmen gerekir. Gökyüzündeki yıldızları da dahil etmek istiyorsanız, yavaş deklanşör ve geniş diyafram yeterince ışık alırken çekimi bulanıklaştırmamak için arkadaşınızın ekstra hareketsiz durduğundan emin olmanız gerekir. Diyaframı küçük ve deklanşör hızını yüksek tutarsanız, arkadaşınızın keskin, makul derecede parlak bir resmini çekersiniz, ancak lense yeterince ışık göndermediği için gökyüzü karanlık olur.

Apollo astronotlarının yapması gereken takas buydu. Aydaki gökyüzü Dünya’da olduğu gibi gün ışığını dağıtacak bir atmosfer olmadığı için gece kadar siyahtır. Ancak hata yapmayın: Ay’da öğle vakti, gezegenimizdeki kadar çok güneş ışığı vardır. Bu, ay yüzeyini inanılmaz derecede parlak hale getirir. Apollo fotoğraflarında çekilecek en önemli şey aydaki manzaraydı, bu nedenle kamera bu manzaradan en iyi şekilde yararlanacak şekilde ayarlandı. Sonuç olarak, arka plandaki nispeten sönük yıldızlar çekimlerin hiçbirinde görülmedi. Herhangi bir aldatmaca yok sadece kamera merceğinin bir numarası.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | Curiosity Daily

BAŞLIK GÖRSELİ | NASA

 

Ay’a İniş Fotoğraflarında Neden Yıldız Yok Read More »

ANOREXIA NERVOSA

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 07.02.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 4 dakika

Anorexia, kişinin kendisini uzun zaman aralıklarıyla aç bırakması veya çok az miktarda yemesi, buna rağmen hala daha fazla kilo vermesi gerektiğine inanmasından kaynaklanan bir rahatsızlıktır.

Bu açlığın sonucunda kişi yaşı ve boyuna göre olması gereken kilonun önemli miktarda altında bir kiloya sahip olur. Aşırı kilo kaybı bazı kadınlarda menstrual döngünün durmasından kaynaklanan ‘amenorrhea’ durumuna yol açabilir. Bu hastalığa sahip bireyler kendilerine aşırı kilolu olarak gözlemlerler ve büyük bir kilo alma korkusu yaşarlar. Bu yüzden sürekli daha fazla zayıflamaya çalışırlar. Kilo verme çabalarına aç kalmanın yanında aşırı egzersiz de katkı sağlar.

Anorexia nervosa hastalığının iki tipi olduğu biliniyor. Bunlardan ilki olan kısıtlayıcı tip, hastanın kilo vermek amacıyla yemek yemeyi reddettiği ve aşırı egzersiz yaptığı tiptir. Kişi birkaç günü yemek yemeden geçirebilir, bazıları sadece hayatta kalmak için gereken miktarda yemek yer. İkinci tip olan binge/purge tipte ise kişi çok fazla yemek yeme periyotları veya kusma periyotları geçirir. Kusmayı kişi bazı ilaçlar ile veya kendi kendini kusturarak gerçekleştirir.

Hastalığın kişilere göre dağılımına bakıldığında kadınlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görüldüğü gözlemlenmiştir. Yaş aralığına bakıldığında ise genellikle büyüme çağında veya genç yetişkinlikte başladığı görülmüştür. Bunun yanı sıra bu hastalığa sahip bireylerde intihara meyilli olma veya kendine zarar vermeye iten davranışlar gözlemlenmiştir. Hastalığa neden faktörler ise genetik, sosyal, bilişsel faktörler ve aile ortamı olarak açıklanabilir.

Anorexia nervosa çok tehlikeli ve ölümcül bir hastalıktır. Bu hastalığın sonucu olarak kalp rahatsızlıkları, kusmaya bağlı olarak diş problemleri, böbreklerin iflası veya özellikle kadınlarda kemiklerde güç kaybı oluşabilir. Buna ek olarak intihar oranları diğer insanlara göre daha fazladır.

Hastalığın tedavi yöntemlerine bakıldığında birçok yöntem karşımıza çıkar. Kişi psikoterapi alabilir; bu yöntemde hastalar bedenleri üzerinde kontrol sahibi olmak istedikleri için terapiye karşı olabilirler, bu yüzden terapist hastanın güvenini kazanmaya çalışır ve tedaviye devam etmesini sağlar. Bu terapinin sağladığı yarar bütün hastalarda aynı şekilde gözlemlenmeyebilir.

Diğer tedavi yöntemi olan bilişsel davranış terapisinde ise kişinin zayıf olmaya verdiği önem hakkında konuşulur ve hastaya kazandığı kilolar için ödül verilen bir sistem oluşturulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür. urulur. Bunu yanı sıra hastaya rahatlaması için uygulayabileceği teknikler öğretilir. Bilişsel terapilerin yanında biyolojik terapilerin de kullanıldığı görülmüştür.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

Fombonne, E. (1995). Anorexia nervosa. The British Journal of Psychiatry, 166(4), 462-471.

başlık görseli | chrıstıan dorn from pıxabay

ANOREXIA NERVOSA Read More »

Her Şeyi Yiyen Gargantua-1

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 06.02.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 6 dakika

        Kara delik öyle bir çırpıda geçilecek bir konu değil ama içinde kafa kurcalayan bir yer var ki o da kurgularda gördüklerimizin ne kadar bilim olduğu…  

Öncelikle;

“Kara delik, astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir kozmik cisimdir.”

        Evet bu kabul ettiğimiz tanımın ufacık giriş bölümüydü. İşin bir de kurgu bölümü var ki çoğumuz “kara delik” ismini ilk orda duymuşuzdur. Bu yazıda “Interstellar” filminde yer alan “Gargantua” olarak adlandırılan kara delik üzerinden kara deliğin ne olduğunu Gargantua’nın ne kadar gerçek olabileceğini anlatmaya çalışacağım. Fazla uzun olmaması için iki bölüme böldüğüm “Her Şeyi Yiyen Gargantua” yazımın bu bölümünde kara delikler hakkında bilimin ne dediğinden bahsedeceğim. Yazıyı daha basit ve anlaşılır tutmak için formüllere ve diğer ayrıntılara burada değinmeden daha basit bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

Interstellar evreninde Gargantua bir geçit gibi bizi A noktasından B noktasına götürdüğünü ve etrafına zamanda büyük bir sapmaya neden olduğunu biliyoruz. 

Peki bu fikre nereden kapıldılar? İçine giren olmadı ya da içinden çıkagelen biri olmadı. Hatta Interstellar yazıldığı yıl daha önce teleskoplarla bile bize kendisini gösteren bir kara delik de olmamıştı. 

        Interstellar’ın yazarları bilimle olabildiğince yakın bir kurgu ortaya koymak istiyorlardı. Bunun için Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde profesör olan kütleçekim dalgaları alanında yaptığı çalışmalarla nobel ödülü kazanan Kip Thorne’dan bilimsel danışmanlık aldılar.

Gargantua Görseli
Gargantua Görseli

        Bu noktada başa geri dönelim Kara deliklere tekrardan bakalım. Kara delikler, yıldızların içerisinde gerçekleşen füzyon tepkimesi bitip helyuma dönüşecek hidrojenleri kalmadığı yani ömürlerini tamamladıktan sonra içlerine çökmesi durumunda oluşan büyük kütleli ama küçük hacimli astrofizik cisimlerdir. Çekim kuvvetleri güçlü ve olay ufukları geniş olduğu için olay ufkundan daha yakında olan cisimleri kendilerine güçlü bir şekilde çekerler. Bunu daha kolay anlamak için 1,889,500X10^24 kg kütleye sahip olan Güneş’in çekirdeğinde üretilen kütlesi 0 kabul edilen, ışık hızıyla hareket eden fotonlar bile sadece 10,000,000 yıl sonra güneşin yüzeyine ulaşabiliyorlar. Eğer Güneş bir kara delik olsaydı, ki bunun olması için çapının 3 km olması gerekirdi, fotonlar dahi yüzeye ulaşamayacaktır. Böylece dışarıya ışık yayamayacağı için karanlık kalacaktı. Kara delikler de isimlerini bu özelliklerinden alıyorlar. 

       Kara deliklerin bir başka özelliği de yüksek kütlesiyle uzay-zamanı bükmesidir. Kara deliğe olay ufkundan daha fazla yaklaşırsanız artık ondan kaçamazsınız çünkü bunun için ışık hızından daha hızlı hareket etmeniz gerekir. Kara deliğin içerisinde düştüğünüzde dikkat etmeniz gereken diğer kara delik özelliği de tekilliktir. Tekillik, kara delik gibi yüksek kütlesel astrofizik cisimlerinin meydana getirdiği uzay-zaman kurallarının çalışmadığı alanlardır. 

Yazımın ikinci bölümünde kara delik hakkında bilimden öğrendiğimiz bu özelliklerinin Interstaller’da nasıl işlendiğini inceleyeceğiz.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

KARA DELİK | WIKIPEDIA

GUNES ENERJİSİNİN KAYNAĞI | TUBITAK

NÜKLEER FÜZYON | WIKIPEDIA

DÜNYA GÜNEŞ KARŞILAŞTIRMASI | NASA

HIGGS BOZONU | Citation: S. Eidelman et al. (Particle Data Group), Phys. Lett. B 592, 1 (2004)

HIGH ENERGY PHYSICS | CORNELL UNIVERSITY

OLAY UFKU | WIKIPEDIA

TEKILLIK | KARISTAD UNIVERSITY

BAŞLIK GÖRSELİ | EHT COLLABORATION
GARGANTUA GÖRSELİ | INTERSTALLER

Her Şeyi Yiyen Gargantua-1 Read More »

Yapay Zekaya Yönelik Göz: İnsan Retinasını Taklit Eden Optik Cihaz

[Science Focus yazısından çevrilmiş ve düzenlenmiştir]
Tarih: 01.02.2021
Yazar: Fuat Bayrakçı
Ortalama Okuma Süresi: 5 dakika

Yapay zekamız bir insan beyni gibi düşünebiliyorsa, neden onu normal bir bilgisayar gibi verileri besliyoruz? Bilim adamları, aldığımız duyusal girdiyi dikkate alarak bu soruyu ele alıyor ve insan gözünün işleyişinden ilham alan optik bir cihaz geliştirdiler. Oregon’daki araştırmacılar, robotik bileşenleri çok daha verimli hale getirebilecek optik sensörler hakkındaki araştırmalarını yayınladılar.

Normalde güneş pillerinde kullanılan ultra ince ışığa duyarlı perovskit malzeme katmanlarını kullanan bu cihaz, farklı ışık yoğunluklarını algıladığında sinyallerini uyarlar. Perovskitler, pozitif yükler taşıyan metal atomları ve oksijen veya halojenür anyonlarından oluşan, negatif yükler taşıyan ve ilginç bir kafes oluşturan kimyasal maddelerdir. Yapıdaki atomik düzeydeki değişiklikler perovskitlerin elektrik davranışını değiştirebildiğinden, perovskitlerin benzersiz özelliklerini oluşturan yüklü kafes yapısı. Perovskitleri mükemmel yarı iletken yapan, elektriği yalıtmaktan iletken hale getirebilen bu özelliklerdir.

Güneş pillerinden farklı olarak oluşturulan cihazlar sağlanan ışığı enerji olarak depolayıp kullanmaz, bunun yerine değişen aydınlatmaya yanıt verir. Bunu yaparken, bu yeni ‘retinomorfik’ sensörler, ışıktaki değişikliklere göre önlerindeki görüntüyü işlemek için sinyaller gönderir. Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Yardımcı Doçenti Dr. John Labram , başlangıçta arka planda yürüttüğü ve insan beyninin ve gözlerinin nasıl çalıştığını detaylandıran bir biyoloji dersinden ilham aldı. Gözlerimiz ışıktaki değişikliklere duyarlı, ancak sürekli aydınlatmaya daha az duyarlı olan foto reseptörlere sahiptir. Bundan sonra, bu foto reseptörlerin gözlerimizdeki işleme davranışını taklit etmek için potansiyel cihazları çizmeye başladı.

Bu tür değişiklikler genellikle hareketle ilişkilendirilir ve bunu yapay zeka alanı için inanılmaz derecede önemli bir gelişme haline getirir . Bir kumsala baktığımızda, gözlerimiz büyük, kıvrımlı bir dalga veya çiplerimizi çalmak için aşağıya süzülen bir martı gibi değişikliklere çekilir. Bilgiye bu şekilde öncelik vererek çevremizi yorumlamamız daha az zaman alır. Yapay zeka için bu, görsel girdi seviyesinde daha basit, daha verimli işleme anlamına geliyor, yani AI sistemleri şu anda olduğundan çok daha hızlı farklı bilgi türlerini bir araya getirebilir. “Bu sensörlerin nesnelerin hareketini takip eden bir robot tarafından kullanıldığını hayal edebilirsiniz. Görüş alanında sabit olan herhangi bir şey bir yanıt ortaya çıkarmaz, ancak hareket eden bir nesne yüksek voltaj kaydediyor olabilir. Bu, robota herhangi bir karmaşık görüntü işleme olmaksızın nesnenin nerede olduğunu hemen söylerdi ”dedi.

Şu anda, bilgisayarlar bilgileri adım adım alarak girdileri bir dizi veri noktası olarak işlerken, bu teknoloji daha entegre bir sistem oluşturmaya yardımcı olur. Yapay zeka için, araştırmacılar, bilgiyi paralel olarak işleyebilen, iletişim kuran hücreler olan bir nöron ağı içeren insan beynini inşa etmeye çalışıyorlar. Labram’ın araştırması, robotik, görüntü tanıma ve sürücüsüz arabalar için ölçeklendirilme potansiyeli ile bu yönde önemli bir adımdır.

 

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

ÇEVİRİ | Science Focus

Başlık Görseli | pixel4k.com

Yapay Zekaya Yönelik Göz: İnsan Retinasını Taklit Eden Optik Cihaz Read More »

Borderline Kişilik Bozukluğu

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 31.01.2021
Yazar: Burçak Abay
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

Borderline kişilik bozukluğu duyguların kontrol edilemediği, diğer kişilerle ilişkilerde zorluklar yaşatan ve kişinin benlik kavramını etkileyen psikolojik bir rahatsızlıktır.

Bu hastalığa sahip bireylerde benlik kavramı dengesizleşir; bir an benliklerini aşırı bir şekilde önemseyip karşısındaki insanların da bunu desteklemelerini beklerken diğer zamanlarda kendileri hakkında inanılmaz bir şüpheye düşüp benliklerinde uyumsuzluk yaratabilirler. Bunun yanında, bu kişilerin insan ilişkilerinde de bir uyuşmazlık görülür. Karşılarındaki insanı yüceltmekten onları yermeye ve hor görmeye kadar uzanan bir değişim gözlemlenir.

Borderline kişilik bozukluğuna sahip hastalarda aynı zamanda terk edilme korkusu da mevcuttur. Kişi yakın çevresini veya terapistinin bile onu bırakacağından endişe eder. Karşısındaki insanın davranışları bu yönde olmasa bile kişi bu hareketlerden terk edileceği çıkarımını yapar. Bu kişiler terapiste gitmelerinin sebebini de çoğu zaman içlerindeki boşluğu doldurmak için olarak açıklar. Terapistin bu boşluğu dolduracağını düşünürler.

Kişilerin duygu durumlarına bakıldığında da dengesizlikler görülebilir. Kişi sebepsiz bir şekilde öfke, depression ve anksiyete nöbetleri geçirebilir. Aynı zamanda kendilerine zarar verebilirler ve bu kişide vücuduna kesikler atmaktan intihar girişimine kadar gidebilir. Bu dengesizliklerle birlikte çoğu borderline kişilik bozukluğu hastaları aynı zamanda depresyon ve anksiyete bozukluğu teşhisi alabilirler.

Hastalığın sebeplerine bakıldığında genetik faktörlerin ve çocuklukta yaşanan problemlerin önemli etkileri olduğu görülebilir. Çevresel etkilere çocukluk döneminde maruz kalınan şiddet örnek verilebilir.

Hastalığın tedavisinde diyalektik davranış terapisi uygulanabilir. Bu tedavide hastanın kendisi hakkında pozitif bir görüşe sahip olması aynı zamanda karşılaştığı problemleri çözme yollarını anlatmak amaçlanır. Bunun yanına birçok bilişsel terapinin etkili olduğu görülmüştür.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Lieb, K., Zanarini, M. C., Schmahl, C., Linehan, M. M., & Bohus, M. (2004). Borderline personality disorder. The Lancet, 364(9432), 453-461.

Nolen-Hoeksema, S. (2013b). Abnormal Psychology (6th ed.). McGraw-Hill Education.

BAŞLIK GÖRSELİ | from pıkısuperstar Desıgned by freepıc

Borderline Kişilik Bozukluğu Read More »

Çevrimiçi Laboratuvarlar | Uzaktan Eğitimde Teorik Derse Dönüşen Laboratuvarlarda Ne Oluyor? 

[Özgün Yazıdır]
Tarih: 30.01.2021
Yazar: Emre Sezer
Ortalama Okuma Süresi: 3 dakika

İnsanlık var olduğundan beri içinde bulunduğu evrenin yapısını ve işleyişini merak etmiştir. Bu merakına cevap bulabilmek için birtakım yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yöntemlerin sistematik, düzenli ve çeşitli deneyler ile test edilebilen bilgi yoluna da bilim demişlerdir.

Bilim çok geniş konuları ele alsa da bunlardan bazıları, okullarda teorik ders olarak karşımıza çıkan evrendeki her maddenin işleyişini inceleyen fizik, maddelerin yapısını inceleyen kimya ve canlılığı konu alan biyoloji gibi fen bilgisi alanlarıdır. Bu alanlardaki konular okullarda pandemiden dolayı uzakten eğitim sisteminde teorik olarak işlenmek zorunda kaldığı için bu konular teoride sayısal verilerden oluştuğu için sadece matematik ile anlaşılması zordur.

Laboratuvarlarda ise teorik bilgilerin somutlaştırılması, daha iyi kavranması için modellemeler oluşturuluyor ve deney yaparak verilerin test edilebileceği ortamları bize sunuyor. Böylece laboratuvarlar, hesaplanan teorik verilerin doğruluğunu test etmeyi, gözlem yapmayı, bilimsel düşünmeyi, deney sonuçlarını değerlendirme ve yorumlama ile bu teorilerin kavranmasını kolaylaştırır. Ayrıca laboratuvarlarda ki çalışmalar ile yeni keşifler yaparak yeni teknolojiler üretilir.

Peki bir laboratuvarda nasıl çalışılır?

Farklı konular için farklı gereksinimler gerektiği için farklı laboratuvarlar oluşturulmuştur. Her laboratuvar aynı olmasa da ortak kuralları vardır. Bu kurallar öncelikle güvenlik kurallarıdır. Güvenlik önlemleri alınmadan laboratuvarda deneye başlanmamalıdır. Deneyde bir düzenek üzerinde çalışılacaksa önce düzenek kurulmalı ve test edilmelidir. Kullanılacak malzemeler, gerekli güvenlik önlemleri alınarak önceden hazır edilmelidir. Deney sonunda kullanılan malzemeler, gerekli güvenlik önlemleri ile temizlenmelidir. Deney boyunca, deney düzeneğini bırakmadan gözlenen her değişim not alınmalıdır ve deney sonrasında bu notlar ile deney raporu hazırlanması deney hakkında bize teorik bilgi vermesi için önemlidir.

Bu raporlar sayesinde deneyleri yapmadan, deneyde neler olacağını biliriz ve teorik bilgiye tekrardan deney yapmaya gerek olmadan ulaşabiliriz. Laboratuvarlar, pandemi sürecinde uzaktan işlenen derslerde gördüğümüz konulardaki hesaplamaların yapıldığı çalışma alanlarıdır. Gördüğümüz teorik hesaplamalar gerçek hayatta test edebileceğimiz yerler yine bu laboratuvarlardır.

 

KAYNAKÇA & İLERİ OKUMA

Bilim Nedir?

Teoriler Kanıtlanmamış Fikirler Midir ?

Çevrimiçi Laboratuvarlar | Uzaktan Eğitimde Teorik Derse Dönüşen Laboratuvarlarda Ne Oluyor?  Read More »

Scroll to Top